Y O O N G I
Tedirgince ve son defa olacağını umarak pencereden yan binanın ön kapısına baktım. Tırnaklarımı dişlemeden edemiyordum işte. Olması gerekenden daha fazla stresliydim ve bu pek de iyiye işaret değildi. Sonuç olarak, çoğu kişiye göre buzdan, soğuk, mesafeli olan Yoongiydim ben. Bu tür konularda heyecan yapacağımı söyleseler bir tarafımla gülmekten ileriye gidemezdim.
Ama şimdi durumlar farklıydı. Aşıktım. Kendimden bile beklemeyeceğim kadar çok seviyordum ve bütün bu planlarımı uygulamaya geçecek olmam beni çıldırtıyordu.
Park Jimin'e, ne zaman, nerede ve nasıl aşık olduğumu bilmiyordum. Onun hakkında bildiğim tek gerçek, fena halde kapıldığımdan başka bir şey değildi.
Önden Tae'nin arkasından da Jimin'in çıktığını fark eder etmez kendimi geriye çekerken, telefonumun arka arkaya iki kez ötmesi bir oldu. Tae'nin haber verdiği kesindi ama diğeri kim, henüz bende bilmiyordum.
Sonunda baş parmağımı rahat bırakıp ağzımdan çekerken, yaptığım şeyin iğrençliğine yüz buruşturuyordum. Gerginden tırnaklarımı ısırmak belki de hayatımda ki en kötü huyumdu.
Telefonu elime alıp bildirim panelini açarken tahminim doğru olduğunu gördüm. Tae, Jimin'i evden çıkardığında dair bir mesaj atmıştı. Diğer bildirim sesi ise Jimin'e aitti. Bol çiçekli böcekli emojiler eşliğinde, Tae'nin onu zorla alışverişe götürdüğünü ve gecikmemeye çalışacağını yazmıştı. Gülümsemeden edemedim. En azından bana haber vermesi, öyle güzeldi ki...
Acaba babam benim bu aşk dolu hallerimi görse ne düşünürdü?
Pekala, sanırım şu an pek de bunları düşünmek için uygun zaman değildi. Hızlı adımlarla evden çıkmam gerektiğini hatırlattım kendime. Çok vaktim yoktu. O yüzden evden çıkarken anahtarı içeride unuttuğumu bile fark edemeden kapattım kapıyı. Sonra bunu da umursamadım. Döndüğümde annemin evde olmasını dilemekten başka çarem yoktu sanırım.
Jimin'in evine ulaşmam ve zile iki kere üst üste basmam bir olurken, beni, Jin hyung karşıladı. Yüzünde büyük bir gülümseme ile direkmen "Jimin az önce çıktı hayatım." dedi.
"Şey," dedim kısık sesle. "Ben onun için gelmedim." Bakışlarını merak sararken beni inceliyordu. "Sizinle konuşmam gereken bir konu var." fısıltım aramızda dağılırken özgüvenimin nereye gittiğini merak ediyordum. "Daha doğrusu.. istemem gereken şeyler."
Sonra beni kolumdan tutup içeri çekti.
***
"Jin, bak bakayım bana, ne diye geldi bu zibidi?"
Koltukta oturan Büyükanne Kim bastonuyla beni işaret ettiğinde, ondan birazda olsa çekindiğim için olduğum yerde durdum. Cidden, bu kadından korkulurdu. Elindeki bastonuyla her şeyi yapabilecek kapasiteye sahipti maalesef.
"Dur bir dakika anne ya, damadım gelmiş, bir şey isteyeceğim diyor sen zibidi diye hitap ediyorsun çocuğa."
Jin hyungun kendi ağzından 'damadım' kelimesini duymak beni iyi hissettiriyordu çünkü son zamanlarda bunu çok düşünmeye başlamıştım. Mezuniyetimize az bir vakit kalmıştı ve ben Jimin'i bırakmaya niyetli olmadığım gibi, Jin hyungun gerçekten damadı olmayada kararlıydım.