Bilirsiniz insanlar değişkendir.
Ruh halleri, durumları, size olan sevgileri, bakışları... Hepsi değişkendir.
Değişim ise bir süreye bağlıdır. Hiçbir şey aniden gerçekleşmez mesela. Gerçekleşmesine dayanan başka şeyler olur. Bu şaşmaz bir gerçek. Bir çiçeğin saniyeler içinde açtığını göremeyeceğiniz gibi, bir insanı da aniden değiştiremezsiniz.
Dünden beri düşünüyordum ve tek bir sonuca ulaşmıştım.
Min Yoongi'nin sahip olduğu bir karakter vardı. Baygın bakışlı, huysuz bir ruha sahipti o. Garipti de aynı zamanda. Ondan beklenmeyecek şeyler yapıp sizi hüsrana uğratıyordu. Onu sayılı zamandır tanıyordum ama bütün bunları anlayabileceğim kadar açık vermişti zaten, fazlasına gerek yoktu.
Onun karakterini aniden etkileyemezdim, zaman gerekiyordu ve buradan da şu soru doğuyordu; zamanımı ona harcar mıydım, neden?
Ortada ona karşı olan bir çekim vardı ve bunun farkındaydım ama daha yolun başıydı. Bir şeyleri etkiler ve gidişatı değiştirebilirdim. Her şeyin benim elimde olduğunu bilmek de biraz beni deli ediyordu işte. Diğer yandan da dün ki yaptığı basit bir şey olsun veya olmasın kırgındım. Bu yüzden çantamı sırtıma takıp kapıyı açarken babam, "Daha Yoongi'den haber gelmedi hayatım neden erkenden çıkıyorsun?" dediğinde aldırmadım ve duymamış gibi evden çıkıp sakince kapıyı kapattım.
Beklemediğim şey ise bahçe kapımızın önünde duran Range Rover'dı. Bir de ön yolcu koltuğunun kapısına yaslanmış bir Min Yoongi. Elinde tuttuğu sigaraya büyük bir ilgiyle bakarken beni fark etmemiş gibiydi. Gözlerinin içine baka baka bütün bahçeyi kat ettim ve sonunda bakışları beni bulduğunda ifademi sabit tutmayı başardım.
Gülümsedi. Öylece, kalbimi kıran, beni okulda bırakıp alay eden o değilmiş gibi öyle içten gülümsedi ki bir an kanacağım için korkup dönmeyi ve odama koşmayı bile planladım. Fakat öyle olmadı, donuk bakışlarıma şaşırdı ve yine de bozuntuya vermemeye çalışarak yanına ilerlediğimi sanıp ön kapıyı açtı ve eliyle bana işaret etti.
Kolumu kaldırıp saate baktım. Tam tamına 43 saniye sonra Tae'nin kırmızı arabası son ses müzikle burada olmalıydı.
Bahçe kapısını kapatarak arabanın arka tarafına yürümeye başlayınca vakit kaybetmeden, "Ben araba sürerken arkaya oturulmasını sevemem." dedi.
Böylece gülümseyip ona döndüm. "Bunu arabana binecek arkadaşlarına söyle Yoongi." dedim ve planladığımız gibi saat tamı gösterdiğinde dışarıya yükselen müzik, kırmızı arabadan duyuldu. Range'in yanında küçücük kalmasına rağmen daha samimi duran arabaya gülümseyerek ilerledim ve dünün aksine bu gün üstünü açmayı tercih ettiğinden çantamı arka koltuğa fırlatıp kapının üstünden atladım. Bu belki de en sevdiğim şeyler arasında 1. sıradaydı. Tae ve arabasına aşıktım.
Sonra canım arkadaşım park ettiği kaldırım kenarından profesyonelce çıktı ve orada Min Yoongi'yi büyük bir şaşkınlıkla bırakıp ilerlemeye başladık.
Arkamı dönüp bakma isteğimi bastırdım ve kafam dağılsın diye çalan müziğe eşlik etmeye başladım.
***
Mucizelere inanırdım. Ani aşklara da. Bunlar bize Tanrı'dan gelen küçük hediyeler derdim hep.
Aynı zamanda acının varlığını da bilirdim.
Nasıl olurdu biliyor musunuz? Tanrı sizi küçük hediyelerle mutlu eder ve sonra bir bedel ödemenizi isterdi.
O günü hatırlıyordum, daha doğrusu hiç unutmadığım o günü anımsıyordum şimdi. Hemen yan bahçemde, çimlerin üzerine oturmuş köpeğiyle oynayan o çocuğu görmemin üzerinden geçen gün sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. O gün bunun bir mucize olduğunu düşündüğümü de hatırlıyordum. Bembeyaz bir teni vardı ve insanı kendine imrendiriyordu. Ayrıca şimdi siyaha bürünmüş saçları da yeşildi ya ondandır belki oturup dakikalarca bakmıştım. İşte böyle küçük mucizeler olurdu. Daha siz ne olduğunu kavramaya çalışırken biri çıkar ve kendini dahi tanıtmadan kalbinizi titretmeye başlardı.