B E Ş

10.1K 979 313
                                    


"Yanımda olsaydın anlatacak çok şeyim vardı sana. Belki de susardım saatler boyu. Konuşmam gereken hiçbir yerde konuşamadığım gibi."      Tarık Tufan


Sokak lambalarından yola dökülen dermansız ışıklara bata çıka, yarı karanlık yarı aydınlıkta hızla ilerliyordu genç adam. Ceketinin ceplerinde ellerini sıkı sıkıya yumruk yapmış, boğazına sarılmış telefon konuşmasının hayaletiyle kanlı bir mücadeleye tutuşmuştu.

Az önce kardeşten öte bildiği adam, şimdiye değin ondan duymadığı bir ciddiyette konuşmuştu.

Her dediğini duymuştu, diyemediğini de. Sesinde gizli kalan şaşkınlığı, her an fırlamaya hazır öfkeyi, köşesinde beklediği deliliği, buram buram tüten çaresizliği duymuştu.

Sonra bir de "Müberra" deyişini...

؞؞؞؞؞

İçeri girdiklerinde karşılaştığı kalabalığa şaşkınca baktı. Bu kadarını beklemiyordu doğrusu. Buse onu kalabalığın öbür yakasındaki masalara doğru sürüklerken pistteki insanlar yanıp sönen renkli ışıklar altında, bir belirip bir kaybolan fantastik karakterlere benziyordu. Dev hoparlörden dökülen müzik, bastığı zemini titreterek ayaklarından kafatasına kadar tırmanırken içinde garip bir heyecan uyandırıyordu.

Gözyaşları saatler önce kuruduğunda yerini kendinden geçmiş bir infiale terk etmişti. Genç kızın içini bir çıkış yolu bulmak istercesine kemiren öfke öyle çok, öyle karşı konulamaz bir biçimde ruhunu bulandırıyordu ki kendini bulunduğu karanlık çukurun ortasında görmekten ziyade harikalar diyarında kaybolmuş sanıyordu.

Soluduğu sis, sadece sigara dumanı olamayacak kadar keskin esanslara bulanmış; her nefesinde esaretini biraz daha şiddetlendiriyordu. Bütün vücudu isyanla kaynarken öfkeyle uyuşmuş beyni; avuçlarını kaplayan ter tabakasını, kulaklarındaki uğuldamayı, midesindeki ağırlığı inatçı bir ısrarla heyecana bağlıyordu.

Ulaşmak üzere oldukları grubun içinde gözleri tanıdık uzun bir figüre takıldığında genişçe gülümsedi. Yiğit her zamanki çapkın gülümsemelerinden biriyle ona doğru bakıyordu. Gelişini seyrederken elindeki bardakta bira olduğunu tahmin ettiği koyu renkli sıvıdan yavaşça yudumluyordu. Yanına vardığında genç adam boştaki kolunu omzuna doladı ve genç kızı kendisine bastırdı. Berra, çoktan alıştığı bu yakınlık karşısında ona biraz daha sokuldu.

Gruptaki insanların bir kısmını tanıyordu, bakışları herkesin üzerinde gezerken birkaç kıskanç yüzle karşılaşmak onu şaşırtmadı. Kızlara kendini beğenmiş birkaç gülümseme gönderdikten sonra yüzünü Yiğit'e döndürdü. Genç adamı dikkatle onu seyrederken buldu. Kaşlarını kaldırıp "Ne?" diye sordu.

"Çok güzelsin."

Yiğit'in tek nefeste, dünyanın en önemli şeyini söylüyormuşçasına yüzüne fısıldadığı kelimeleri içercesine dinledi genç kız. Çünkü Müberra'yken güzelliğinden haberi olmamıştı hiç. Yiğit'in gözlerine bakarken heyecanlandığını hissediyordu. Kalbi göğüs kafesinin içinde delicesine bir hızla çırpınırken genç adamın gittikçe ona yaklaşan güzel yüzünde kaybolmuştu sanki. Aralarında hiç mesafe kalmayana kadar eğildi genç adam. Sonra durdu ve dudakları dudaklarını buldu.

İlk anda tek hissettiği dudaklarına dokunan dudaklardı. Yiğit'in baş döndürücü parfümü ciğerlerine kadar dolmuştu. Sonra aşk romanlarında sayfalarca okuduğu kelebeklerin içini gıdıklamasını bekledi. Fakat kelebekler, havai fişekler, o mucizevi anlar bir türlü gelmedi. Sadece yumuşaklığını hissettiği dudaklar vardı. Evet, heyecanlıydı ama... Yüreğinin Müberra'dan yadigâr minik bir parçası üşüyordu. Buz kesmişti hatta...

MübarekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin