O N

9.9K 1.1K 240
                                    

"Dön bana ve dinle,

Kuşlar uçuyor içimde.
Loş bir keman solosu gibi
Kuşların uçtuğunu içimde
Dön bana ve dinle."

                                     Erdem Bayazıd

"Ve aleyküm esselam ve Rahmetullahi ve Berakatuh."

Abdullah Bey'in cevabı odadaki sessizliği doldurduğunda Müberra, donup kalmıştı. Alelacele hastaneye gelirken bunun olacağını düşünmemişti bile. Abisiyle yüzleşmek tahayyül edilemeyecek bir dehşet sebebiyken, bir de tesadüf etmek şöyle dursun hayalinden bile saklandığı adamla aynı havayı soluyor olmak; ciğerlerini nefessiz bırakıyordu. Kıpırdamaya korkuyordu. Öyle çok korkuyordu ki, tefekkürü dahi kaskatı kesilmişti.

Yıllarca beklettiği, bekledikçe acısı katmerleşen geçmişten korkuyordu. Arkasına dönünce karşılaşacağı gerçekten... Kendini inandırdığı yalanların bir bakışla yalanlanmasından... Yüreğine yiyeceği hançerlerden... Belki de hiç iyileşmemiş kanatları yeni baştan kırmaktan, delicesine korkuyordu.

Sevmek gibi mukaddes bir şeyle cinayete teşebbüs etmiş bir failin, sağ kalan kurbanıyla buluşmasından doğan şiirsel ıstıraptan boğulabilirdi. Fakat mahvettiği adam, odanın kapısında dikilirken boğulmadı.

Bin bir çabayla gömüp unuttuğu ses, içinin sızlayan köşelerine dokunuyor; çok zaman önce kabuk tutmuş yaraları acımadan yoluyor, göğsündeki yürek denen işe yaramaz et parçasına pençelerini geçiriyordu.

Genç kadın öleceğini sandı. Sahi hüzünden ölünür müydü? Pişmanlıktan? Ya da acıdan?

Belki... Belki ölünürdü; fakat ölmedi Müberra. Zaten arkasına dönmeden, öldürdüğü adamı görmeden, ölemezdi de...

"Beyza annemi çağır, gelsin. Ameliyat mevzusunda ne kadar erken karara varırsak o kadar iyi."

Harun'un sesi delikanlılığındaki muzipliğini yitirmiş, son derece ciddi bir adamın resmiyetiyle katılaşmıştı. Çok şey değişmişti anlaşılan, çok şey yitip gitmişti. Geriye kalan, öyle yabancıydı ki Müberra'ya; sersemledi genç kadın. Harun için, o hastane odasında Müberra'nın varlığının imkân dâhilinde olmayışı, bir kere daha sıkıştırdı yüreğini. Hiç tereddüt etmeden Beyza demişti. Çünkü Müberra yoktu artık. Beyza vardı, Rabia vardı. Müberra yoktu. Hatta Müberra hiç olmamış gibiydi. Ama olmuştu işte, zamanın birinde olmuştu. Hem öyle bir acıyla var olmuştu ki, acıttıklarına yokluğunun hayali düşmüştü.

Derin bir nefes aldı genç kadın, Rabbinden gelen en hayırlısıyken ona düşen, arkasına dönmekten başkası değildi.

Usulca doğruldu sandalyesinden ve yüzünü şimdiye değin kaçtığına ürkekçe çevirdi. Odanın ortasına kadar gelmiş olan adımlar duraksadı. Sessizlik uzadıkça uzadı. Genç kadınsa bakışları abisinde bekledikçe bekledi.

İlk anda abisini görmediği dokuz senenin varlığını iliklerine kadar hissetti genç kadın. Karşısında duran çatık kaşlı adam, onun yıllar önce geride bıraktığı Harun olamazdı. O neşeli, konuşkan, güler yüzlü çocuk kaybolmuş, yerini sert, ciddi, ifadesiz bir adama bırakmıştı. Onun beş on adım gerisindeki gri gömlekli silueti gözünün ucuyla görse dahi dikkati tamamen Harun'un ne düşündüğünü ele vermeyecek derecede durgun olan kısa sakallı yüzündeydi. Değişen bir şey daha bulmuştu Müberra. Abisinin en son gördüğünde çıkmaya yeni başlamış olan sakalı, şimdi sert hatlı çehresini tamamen çevrelemişti. Bakışlarını özenle sadece abisinde tutarken damarlarındaki kan şakaklarında zonkluyor, kulaklarında uğulduyor ve her akan saniyede göğsündeki kalbi biraz daha şiddetle çalışmaya zorluyordu.

MübarekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin