A L T I

10.3K 1K 148
                                    


"Senden sonra çok yağmur yağdı. Çok insanlar geldi, anlatıp gittiler... Senden sonra ağız dolusu kahkaham kalmadı, her gülüşe bir ucundan, bu dünyada bir daha seni göremeyecek olmanın kekre tadı karıştı. Senden sonra çok yağmur yağdı."  Kemal Sayar


Güneş ışıklarının yıkadığı yüksek pencerelerin ötesinde uzanan korunaklı bahçenin en güzel köşesinde on beş kadar genç kızın bir kısmı feracelerinin üzerine genişçe bağladıkları başörtüleriyle, bir kısmı da uzun elbiselerine rağmen omuzlarından aşağı bıraktıkları saçlarıyla bir arada oturmuş, neşeyle konuşup gülüşüyorlardı. Hepsi de 'Medrese' dedikleri okulun, minarelerin arasında "ﺈﻗﺮﺎ" yazan amblemini siyah elbiselerinin sağ göğsünde taşıyordu. Genç kadın, kızları bir süre daha izlemeye devam etti. En sonunda vaktin geldiğine karar verip, ağır pencerenin kanatlarından birisini açtı. Son bahar havası yüzünü okşarken hafif öne doğru uzandı, gövdesinin üst kısmının pencere dışına doğru çıkarmasıyla kızlardan birinin kendisini görmesi ve diğerlerine işaret etmesi bir olmuştu. Kendi aralarında bir nişane olan küçük rabıtadan sonra pencereyi açık bırakıp yüksek tavanlı, uzun koridorda ilerlemeye başladı. Sınıfa girip hazırlıklarını yapmaya koyuldu. Yaklaşık on dakika sonra, koridorda kızların sınıfa gelmek üzere olduğunun işareti olan ayak sesleri yankılanmaya başladığında; çoktan masada duran dizüstü bilgisayarı, projeksiyonla bağlamak için masanın altına doğru eğilmişti.

"Melike'nin ağabeyini de o kadar ısrara rağmen kabul etmediğini duydum. Çok garip değil mi, bu kadar inanılmaz güzel olup kimseyi kabul etmemek ve bir kere bile gülümsememek?" Yasemin'in merakla dolu sesini diğerlerinden çıkan onaylamalar takip etti. "Müberra Hoca bu güzellikle bir de gülümsese neler olacağını tahmin edemiyorum bile! Kız olduğum halde yüzüne baktıkça bakasım geliyor, erkek olsam onu alana kadar durmazdım herha-"

Eğildiği yerden doğrulduğunda Neslihan'ın cümlesi havada kaldı. Bakışlarını hususiyetle bilgisayarın klavyesine odaklayıp projeksiyonla bağlantıyı sağlayacak birkaç tuşa dokundu. Hiçbir şey duymamış gibi olağan bir tavırla kafasını kaldırdı, kızların utançla eğdikleri bakışlarla yerlerine oturmasını ifadesizce izlemeye durdu. Yasemin'in yanakları kıpkırmızı kesilmişti, Neslihan'sa ne yapacağını bilemiyormuş gibi kalakalmıştı.

Sonunda hepsi yerlerine yerleşince konuşmaya başladı: " Zeynep Hoca'nızın doğum iznine ayrıldığını hepiniz biliyorsunuz. Normalde Fransızca derslerini anlattığım için Zeynep Hoca'nın Arapçayı nasıl bir yöntemle anlattığını bilmiyorum ama o geri dönene kadar bir süreliğine Arapça derslerinde de birlikte olacağız gibi görünüyor."

Kızların gözlerinin şaşkınlıkla açılmasını izlerken önündeki Arapçaya başlangıç kitabının yüz küsürlerdeki sayfasını açmıştı. "Zeynep Hoca gibi ehliyetli değilim, fakat müdire hanım uygun bir hoca ayarlana kadar geri kalmanıza mani olacak düzeyde Arapçam var. O yüzden kitaplarınızı açın ve sorunuz yoksa başlayalım."

Gerekli slaytı açmaya koyulduğunda el kaldıran Yasemin'e söz verdi.

"Hocam, az önce şahit olduğunuz gibi gıybetinizi yapıyorduk, hakkınızı helal edin, lütfen."

Sessizliğin tüm sınıfı doldurduğu uzunca bir duraksama oldu. Kızların beklenti dolu bakışlarını umursamadan yüzlerini tek tek inceledi. Esasında söylediklerini duymak onu rahatsız etmiş değildi, pek çok insanın kendisi hakkında bu tarz fikirlere sahip olduğunu biliyordu. Ama böyle bir fırsatın bir daha ele geçmeyeceğinin de farkındaydı.

"Bana hep birlikte gıybeti anlatabilirseniz, neden olmasın."

Sesi, ciddi olduğunu haber verircesine soğuktu ve her zamanki ifadesizliğiyle birleştiğinde endişe verici bir ürkütücülüğe dönüşmüştü. Söylediğinin garipliği kızları çok şaşırtmamıştı, zira bu tarz acayipliklerini medresedeki tüm öğrenciler biliyordu. İlgilerinin bir kısmını da buna bağlıyordu genç kadın. Masanın ön tarafına geçip kalçasını masaya dayadı ve "Ne demek olduğuyla başlayabilirsin, Yasemin." diye ekledi sakin bir tonda.

MübarekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin