"Düştümse eğer sana bakarken düştüm." Abdurrahman Cahit Zarifoğlu
Hangi sevda sözü, hangi hürriyet türküsü, hangi bebek ninnisi avuturdu yüreğini artık? Hangi şiir yarasına şifa olurdu?
Bundan böylesi sürgündü yüreğine. Bundan böylesi suskunluktu kadına, bundan böylesi zamansızlıktı.
Rabbinden gelene rızası vardı elbet. Rabbinden gelende o göremese de bir lütuf vardı. Lütuf yoksa imtihandı. İmtihansa sabır gerekti. Sabır yoksa kaybederdi.
Yeni kat gökten duyulacağını bilerek fısıldadı yerin dibine: "Rabbim senden gelene razıyım. Bana verdiklerine de vermediklerine de şükürler olsun. Allah'ım sen kalplerimizi bizden iyi bilensin, kalbime ferahlık ve genişlik ver. Onun kalbindeki üzüntüleri gider. İkimize de güç, kuvvet ve sabır ver. Rabbim bizi sevdiğin kullarından kıl, bizi Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed aleyhisselamın ümmetine yakışan Müslümanlardan eyle. Bizi ümmet içindeki hayırlı kullarından eyle. Bize ve ümmeti Muhammed'e yardım et.
Rabbim senden başka gidecek kimsem yok, senden başka isteyecek kapım yok. Senden bize hayırlı bir çıkış yolu vermeni diliyorum. İşlediğim günahlardan tövbe edip sana sığınıyorum Rabbim! Senin her şeyden büyük olan affına sığınıyorum. Kendi nefsimden, şeytanın kalpleri karartan fısıltısından, kötü insanlardan, yanlışa sapmaktan sana sığınıyorum.
Aldığımız kararı bizim için hayırlı kıl. Âmin."
؞؞؞؞؞
Genç kadın sabaha kadar topladığı odasına son bir kez göz gezdirip dışarı çıktı. Bu evini son görüşüydü. Hiçbir zaman tam manasıyla onun olamamış evini... Yavaşça tek tek odaları gezerken hüzünle gülümsüyordu. Bu evin kapısından ilk girişi hâlâ aklındayken garip bir huzur buluyordu odaları gezmekte.
Nihayetinde Erkam'ın odasına vardığında tereddütsüzce açtı kapısını. Önce koyu yeşil nevresimle örtülmüş yatağı buldu gözleri, ardından köşedeki çalışma masasına baktı. Adamın hâlâ gençliğindeki kadar düzenli olmasına şaşırmadı. Sonra yavaşça küçük dolabın yanına ilerledi.
Ne kadar da aynıydı her şey. Ne kadar da değişmemişti. Dolap kapaklarını açarken tuhaf bir gülümsemeyle gerildi dudakları. Çünkü ne kadar değişmediyse bir o kadar da değişmişti esasında her şey. Mesela yüreğine pranga pranga dolanan hüzünleri vardı şimdi, oysa yıllarca evvel onun dolabını karıştırırken çılgınca bir sevinç hissederdi.
Sağ elini uzatıp parmaklarının ucuyla asılı olan gömleklere dokundu. Bir süre dalgınca kumaşların kat ve çizgilerini, dikiş izlerini seyretti. Gözleri dolmaya başladığında bir tanesini askıdan indirip yüzüne bastırdı. Yüzünü adamın göğsüne gömer gibi sarıldı gömleğe. Sessizce ağladı. Çığlıklarını duymadı kimse. Kapısında bekledikleri ayrılık için Rabbine şikâyet etmek istedi adamı fakat varmadı yüreği. Zira bu hikâyede mücrim değildi adam, mazlumdu.
Sakinleşebildiğinde kendi içinde adamın cezasını gözyaşlarıyla ıslanmış bir gömlekle kesmişti kadın. O gömleği yeniden yerine astı ve arkasına bir daha bakmadan odadan ayrıldı.
Kapı zili çaldığında genç kadın neredeyse odasına varmak üzereydi. Aniden durdu ve panikle kapıya döndü. Gelmiş olabilirler miydi? Fakat hayır. Daha akşam olmamıştı. Onlar olamazdı elbette, bu fikirle kendini biraz olsun rahatlattı. Zira henüz olacaklara hazır değildi. Ancak kapının dürbününden bakınca tüm rahatlaması kanında dondu, içine batan milyonlarca buzdan iğneye dönüştü.
Kapının önünde Harun, yüzünde karanlık bir ifade öylece duruyordu. Neden bu kadar erken gelmiş olabilirlerdi ki? Abisinin duyduğu haberi iyi karşılamayacağını tahmin etmişti lakin bu kadar öfkeyle kalkıp geleceğini hesap etmemişti. Üstelik Erkam adına sevineceğini sanmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mübarek
Romance[Bazen doğru insanı yanlış seversin.] Hüzünlü bir güzellikti adam. Acıyla karılmış; azapla yoğrulmuştu... Ama öyle güzeldi ki, genç kadın biraz daha yaklaştı yatağa. Gözleri kapalı olduğundan göremediği şiir işli bakışlarının bergüzarına sarılıp kah...