"...ve kuşlar da kaderle uçar..." Abdurrahman Cahit Zarifoğlu
Müberra müdire odasına girmeden önce duraksayıp kapıyı tıklattı. Ciddi bir ifadeyle içeriye girerken her şeyin hayırlısı için dua ediyordu. Arkasından kapıyı kapatıp emin adımlarla odanın ortasına kadar geldi ve "Essalamu aleyküm ve Rahmetullahi ve Berakatuh." diyerek Kerime'ye baktı.
Kerime odadaki herkes için selamını alınca kendisi için boş bırakılmış olan koltuğa oturdu.
"Evet, Müberra Hoca da geldiğine göre başlayabiliriz." Kerime'nin kişiliğiyle büyük bir tezat içerisindeki bu ciddiyeti, genç kadını normal bir zamanda gülümsetebilirdi fakat normal bir zamanda değillerdi. Boğazını temizleyip Kerime'yle anlaştıkları üzere oyalanmadan konuya giriş yaptı.
"Sizi buraya bir süredir farkında olduğumuz fakat nasıl bir yol izleyeceğimize şimdiye kadar karar veremediğimiz bir mesele hakkında konuşmak için çağırdık. Meselenin kaçınılmaz olarak Kübra hakkında olduğunu tahmin ediyorsunuzdur elbette ki, fakat acaba tam olarak ne olduğu hakkında bir fikriniz var mı?"
Konuşurken sadece Kübra'nın annesi Saniye Hanım'la göz teması kuruyor fakat Cemil Bey'in de konuşmanın dışında kalmaması için seçtiği kelimelere özen gösteriyordu. Bu yüzden de Saniye Hanım'ın yüzünde oluşan o iç burkan ifadeyi yakalayabilmişti.
"Kübra'nın dinle, okumakla Büşra kadar ilgili olmadığını biliyorum Hoca Hanım. İkisi de benim kızım fakat Kübra her zaman daha asi olandı. Şimdi siz, bizi böyle çağırınca... İnşaAllah bir terbiyesizlik yapmamıştır."
Cemil Bey'in söyledikleri, adamın hiçbir şeyden haberi olmadığını gösterir cinstendi. Belki kızının huyunu biliyordu fakat az sonra öğreneceklerinin onun için büyük bir şaşkınlık olacağı açıktı. Öte yandan Saniye Hanım, bu günün geleceğini çok uzun zamandan beri biliyormuşçasına bakıyordu.
Kadının çaresizlikle dolu bakışları Kerime ve kendisi arasında gezmeye başladı. Müberra, Saniye Hanım'ın "Ne olur, bizi üzecek bir şey yapmadığını söyleyin." deyişini öylece seyrederken bir lahzalığına dokuz sene öncesine batıp çıkmış gibi oldu. Bu küçük zaman dilimi ona yapması gereken için biraz daha güç verirken "Daha yapmadı, ama yapmak üzere." diye mırıldandı. Cemil Bey ne olduğunu anlamayan bakışlarla karısına bakarken kadın fark edilebilir bir şekilde gevşedi ve küçük bir "Elhamdülillah." fısıltısı duyuldu.
"Ne oluyor, Saniye?" Adamın sabrını yitirdiğini haber veren cümleyle karısı yeniden gerildi. Ne söyleyeceğini bilmeyen bakışları Müberra'da olsa da esasında söyleyeceğini nasıl söylemesi gerektiğini düşünüyor gibiydi. En sonunda derin bir nefes alıp kocasına döndü.
"Kübra, bir çocukla görüşüyor."
Cemil Bey, duyduğunun ne olduğunu anlayamayarak bir süre duraksadı ama sonra cümlenin taşıdığı anlamı kavradığında ayağa fırladı.
"Sen ne söylediğinin farkında mısın, Saniye?!"
Bir hayli yüksek perdeden çıkan sesi, adamın inanmak istemediğinin kanıtı niteliğindeydi. Karısı oturduğu koltukta biraz daha büzüşürken, o âna kadar genelde pasif bir rol oynamış olan Kerime araya girdi. "Cemil Bey, kendinize gelin lütfen!" Sesi buz gibiydi. "Yerinize oturursanız açıklamaya devam edebiliriz."
Adamın söyleyeceklerinin dudaklarında ölmesiyle koltuğuna çökercesine oturması bir olmuştu. Lakin gözlerindeki öfke her saniye biraz daha alevlenen bir ateşi andırıyordu.
"Cemil Bey," Müberra sakince konuşmaya başladı, adamın biraz sakinleşeceğini umarak. "Kübra aklınızdan geçtiğini düşündüğüm şeyler kadar büyük boyutta bir hata yapmış değil henüz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mübarek
Romantizm[Bazen doğru insanı yanlış seversin.] Hüzünlü bir güzellikti adam. Acıyla karılmış; azapla yoğrulmuştu... Ama öyle güzeldi ki, genç kadın biraz daha yaklaştı yatağa. Gözleri kapalı olduğundan göremediği şiir işli bakışlarının bergüzarına sarılıp kah...