Zar zor yolun ortasından kalkıp evimin duvarına yaslandım. Daha önce burada Doruk ile oturmuştuk. Bana Elvan'ı anlatmıştı. O günde çok korkunç bir durumdaydım. Ve yine yanımda o vardı.
Gözlerimi kapatıp onu hayal ettim. Yanımdaydı. Ve ilk ve son kez o gün duyduğum o pahalı parfüm kokusu çalındı burnuma. Ona özgü o mükemmel koku.
Ona döndüm. "Gideceğim." dedim. "Artık daha rahat olacaksın. Ama lütfen seni son bir kez daha göreyim. " Kafamı duvarı yasladım. O korkunç his tekrar geldi. Bir daha onun olmayacağı korkusu . Gözlerim yanmaya başladı. Boğazıma keskin bir ağrı girdi. Ağlamamaya kararlı bir şekilde gökyüzüne baktım. Sonuçta kesin bir şey yoktu. Belki yaşıyordu. Dizlerimi kendime çektim. Gözümün önüne bir görüntü belirdi; Doruk ile balkondan birbirimize bakıyorduk. İkimiz de ağzımızı açmadan birbirimize bir şeyler anlatıyorduk. O benim aklımı okuyordu ben onun gözlerini. Görüntü titreşip kayboldu. Şimdi ben yolun ortasındaydım. Pes ediyordum. Tam ölüme bir adım attığım sırada Doruk geliyor ve beni kurtarıyor. O zaman ne bile bilirdim her şeyin bu noktaya geleceğini. Her şey öyle başlamıştı galiba. Sonra beni defalarca kurtarmıştı dün de olduğu gibi.
"İpek!" birinin bana bağırdığını duyunca kafamı kaldırdım. Öykü arabasının önünde durmuş bana bakıyordu. Gülümsedi. Ama bu çok buruk bir gülümsemeydi. Yapmacıktı.
Gözleri kıp kırmızıydı. Ayağa kalktım. Hızla yanıma geldi. Bana dostça sarıldı ve uzun zamandır bu anı bekliyormuş gibi ağlamaya başladı. Bende kendimi tutmayı bırakıp ağladım. İkimizde sarsıla sarsıla ağlıyorduk.
Bir süre öyle kaldıktan sonra beni Doruk'un yanıma götüreceğini söyleyip arabaya bindi. Bende bindim.
"Doruk, nasıl?" Diye sordum.
"Bilmiyorum. Berkay telefonda bir şeyler anlattı sonra seni almamı söyledi."
Varana kadar hiç konuşmadık. İkimizinde aklında o kadar şey vardı ki. Konuşmaya gerek yoktu. Zaten ne olduğu belliydi. Sonunda bir evin önünde indik. Kapıyı Cem açtı. İçeride bağırışma sesleri vardı.
"Oraya gitmeseniz iyi olur." dedi Cem.
Ama ben zaten oraya gitmeyi düşünmüyordum. Doruk'u görmek istiyordum. Bağırışanların Sinan ve Berkay olduğunu anladım ve konu da bendim. Sinan, Berkay'a orada ne işim olduğunu sorup duruyordu. Berkay'da beni savunuyordu. Hatalı olan bendim oysa. Ben bile kendimi savunamazdım. Daha önce olsa yine gider bir şekilde kendimi üste çıkarırdım ama şimdi istemiyordum bile.
"Doruk nerede?" diye sordum heyecan ve korku içinde.
Cem arkasındaki odayı işaret etti.
Odanın kapısına baktım. Kalbim tekliyor, ellerim iki yanımda gelişigüzel açılıp kapanıyordu. Etrafıma buram buram gergin bir enerji yayıyordum. Hava yoğunlaşmış, ilerlememi engelliyordu sanki. Ona gitmek istiyordum ama adımlarım giderek yavaşlıyordu. Korkuyordum. Ama sonunda kapıyı açtım. Arkamdan kapıyı kapattım. Bir süre arkamı dönecek gücü bulamadım. Doruk'un orada, yatakta yattığını biliyordum. Sonra arkamı dönebildim. Doruk, iki kişilik beyaz yatakta öylece yatıyordu. Odada yataktan başka birde büyük bir gardırop vardı. Başka hiç bir şey yoktu. Ona doğru gitmeye çalıştım.
Kalbim atmayı bıraktı. Tüm dünya durmuştu.
Yürüdüysem de adımım şaştı. Dizlerimin üstünde yere çarpmaktan son anda kurtuldum. Genzim yanıyordu, gözlerim de.
Doruk, ölü gibi dümdüz yatıyordu. Saçları dağılmış, ten rengi bir kat solmuştu. Ayrıca yüzünde hafif yaralar vardı. Hiç bir yaşam belirtisi göstermiyordu. Göz kapaklarının arkasındaki göz bebeği oynamıyor, göğsü inip kalkmıyordu. Sağ koluna serum takılmıştı. Ama serumun rengi mavimsi bir şeydi. Ve yüzünde de oksijen maskesi vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güneş Aya Aşık Olur
FantasyHayatım boyunca kaçarak yaşadığım hayatım annemin ölümü ile daha bir çıkılmaz hale gelmişti. Yeni bir hayat için, annem ve babamın daha önce yaşadığı yere, Sakarya'ya gitmiştim. Her şeyin daha güzel olacağına inanırken kaçınılmaz bir sırrın ortasın...