#27#

286 19 6
                                    

Demi Lovato-Waitin For You°

Gerçek mi rüya mı ayırt edemediğim ince bir çizgi üzerinde yürüyordum. Burası neresi, herkes nerede, neden yalnızım? Zaman kavramı o an bulunduğum yerde yoktu. Sertçe esen rüzgara ayak uyduramayan bedenim bir o yana bir bu yana savruluyordu. Nereye ilerlediğimi bilmeden atıyordum adımlarımı. Bu yol nereye çıkıyor? Ben kimim? Buğulu gözlerimin sisli bir şekilde görebildiği kadarıyla bir dağ başıydı bu yer. Soğuk ve ürpertici görünüm ruhumu huzursuzluğa boğuyordu. Geçmişim ve geleceğim idam masasına oturmuş, hüküm veriyorlardı benim için. Geçmişimin masum, geleceğimin kanlı elleri iki yakama yapışmış boğuyordu beni. Boğuluyordum...

Bir denizin altındaydım. Metrelerce altında. Tuzlu su gözlerimi yakıyordu. Kollarımla çırpınmaya çalıştım. Hayır! Yüzme bilmiyordum! Nefesimi tutmayı denedim defalarca kez, olmuyordu. Nefes alamıyordum bu çıkmazda. Bağırıyordum... Su yalvaran çığlıklarımı yutuyordu.

İdam cezasına çarptırılmış bir mahkum gibi sonuma teslim olmuşken, sımsıkı yumduğum gözlerimi açtım.

Lanet olası Fizik dersinde uyuya kalmamın cezası bu muydu? Koskoca bir rüya. Hayır, kabus! Etrafta sarsak bakışlarımı gezdirdiğimde zilin o muhteşem sesini kulaklarımda hissettim. Ayaklanıp dışarı çıktığımda aklım hala o kabustaydı. Koridorda hızlı adımlarla ilerlerken güçlü bir erkek sesiyle olduğum yere çivilendim.

"Erva!"

Arkamı dönerek sesin geldiği yere doğru döndüm. Sabah tanıştığım gamzeli çocuktu. Ensar. Rüyamdan dolayı yüzüm asık olsa da gülümsemeye çalıştım.

"Ensar." Gülümseyerek bir elini ensesine götürüp saçlarını kaşıdı.

"Eh... Şey beraber yürümek ister misin?" O kadar sempatik ve kibar duruyordu ki... Birilerinin aksine!

"Olur tabii." diyerek gülümsedim. Yan yana yürürken bana attığı kaçamak bakışları fark ediyordum ancak umursamayacak kadar endişeliydim o an. Bahçe kapısının sonuna geldiğimizde bana döndü.

"Motosikletim var istersen evine bırakabilirim?" deyince Poyrazın bana yapabileceği işkenceleri düşünüp kendi kendime sırıttım. Yok, hayır. O kadar da kafayı yememiştim!

"Beni şoför almaya gelecekti zahmet etme." dedim ve etrafa bakındım ama gelen giden yoktu.

"Bu gün unutulmuşsun sanırım." deyip güldü. Ben de güldüm.

"Ben yine de beklesem iyi olur." dediğimde siyah renk bir Camaro'nun tekerlekleri çığlık atarak önümüzde durdu. O kadar dibimizdeydi ki bir an ayaklarım ezilecek sanmıştım.

"Kim lan bu şerefsiz?" diye kükredi Ensar. O an arabadan tüm heybetiyle Poyraz indi... İşte kaçınılmaz son...

"Kim lan bu şerefsiz?" diye kükredi Ensar'ın da aynı şeyi söylediğini duymayan Poyraz.

"Iım... Poyraz! Bu Ensar, arkadaşım."

"Hemen arabaya bin!" diye bağırdığında ne suçum günahım olduğunu düşünmekle meşguldüm. Poyraz sinirden kolundaki ve boğazındaki damarlar belirginleşmiş bir şekilde arabaya binmemi bekliyordu. Bir kez daha -ne kadar böyle bir zamanda da olsa- çok yakışıklı olduğunu fark ettim. Ancak kafamda başka şeyler dönüyordu. Bu karizmatik ve bir o kadar da sinirli adama neden hesap vermek zorundaydım? Hem de kötü bir şey yapmamama rağmen. Tüm sinir hücrelerimde kendime sürekli sorup bir türlü yanıt bulamadığım tek bir soru vardı. Neden?

"Erva arabaya bin!" diye tekrar kükrediğinde yerimden sıçradım. Üzerimdeki bu etkisinden nefret ediyordum. Cevap veremediğim sorulardan nefret ediyordum. Ben... Bu hayattan nefret ediyordum. Gözlerimin dolduğunu Poyraz son anda gördüğünde ön koltuğa yerleşmiştim bile. Ama yine de bir an... Gerçekten bir an o açık yeşil gözlerinde merhamet kırıntıları görür gibi oldum. Ve işte o an ondan gelecek tek bir merhamete ihtiyaç duyduğumu kendime itiraf ettim...

#IFLAS#(DÜZENLENİYOR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin