#3#

1K 74 5
                                    

Holdingimiz, yazlığımız, arabalarımız artık hiçbiri yoktu. Ama en önemlisi artık bir ailem yoktu. En çok acıtan da buydu zaten.

Girdiğim şoktan çıkıp kapıyı kapattım. Yasemin'i uyandırmamak için sessizce dolabın kapağını açıp hızlıca üzerime bir şeyler giydim. Bağcıklı botlarımı da ayağıma geçirip kıyafetlerimi katlamadan valizime yerleştirdim. Yasemin'i yanağından öpüp yurttan valizimle birlikte çıktım. Nereye gideceğim ya da bundan sonra ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bana bunu nasıl yapmışlardı? Paramızın olmaması benim için çok da büyük bir sorun değildi. Ama ailemin yokluğuna dayanmamı nasıl beklerlerdi?

Yürüyerek geldiğim yer deniz kenarında bir yerdi. Yol boyunca yürüdükten sonra bir banka oturdum ve valizimi bir kenara bıraktım. Ağlamamak için kendimi tuttukça hıçkırıklarım daha da büyüyordu içimde. İçimden 'benim bur suçum yok' diye bağırsam da kendimi durduramıyordum.

Belki de ailemin istediği gibi bir insan olamamıştım. Belki de ne kadar az kişi o kadar iyi diye düşünmüşlerdi... Gerçi hiçbir zaman tam anlamıyla "aile" olamamıştık biz. Bir çocuğunu diğerinden daha çok seven bir anne-baba nasıl aile olabilirdi ki?

Elimde tuttuğum telefon çalmaya başladığında elimle gözyaşlarımı sildim ve ekrana baktım. Arayan Yasemin'di. Ama şu an kimseyle konuşmak istemiyordum. Zaten konuşabilecek durumda da değildim. Az sonra Barış da aramaya başladığında telefonumu kapatıp cebime attım.

Şu anda istediğim tek şey biraz olsun yalnız kalmak ve sessizlikti. İçimden 'zaten yalnızsın aptal' diye söylenmem bile bir işe yaramıyordu.

Çünkü bazen ağlamaktan başka elimizden gelen bir şey olmazdı.

Kafka'nın da dediği gibi; "Bazen içinde bulunduğunuz durumu anlatmak için kelimeler aciz kalır, bazı durumlarda bazen sadece acı çekilir."

Saatler sonra gözlerim öyle ağrıyordu ki yıkama ihtiyacı hissettim ve hemen yandaki kafeye girip elimi yüzümü yıkadım. Sabahtan beri hiç yemek yemediğim aklıma geldi ancak hiç iştahım yoktu. Ben de geldiğim gibi kafeden çıktım. Oturduğum banka geri döndüğümde yavru bir köpeğin bankta olduğunu gördüm. Köpekleri zaten hep severdim ama bu o kadar şirindi ki... Kucağıma aldım ve sevmeye başladım.

"Sen de mi yalnız kaldın bakalım? Sen çok tatlı bir şeysin ama ya..." diye severken küçük aciz bir köpekle birbirimize ne kadar benzediğimizi düşündüm. O da terk edilmiş, ben de. O da yalnız, ben de.

Ve ben kendimi hiç bu kadar aciz hissetmemiştim.

Bunları düşününce yanağımdan bir damla yaşın daha süzüldüğünü hissettim. Hava kararmıştı ve ben ne yapacağımı bilmiyordum.

"Seni her gördüğümde ağlamak zorunda mısın?" diyen sesin sahibine döndüğümde evimizi satın alan kişi olduğunu gördüm. Açık yeşil gözlü, kumral saçlı, uzun boyluydu. Ve en sonki konuşması 'evimin önünü terk et' gibi bir şeydi. Öküz. Banktaki boş tarafa oturdu ve denizi seyretmeye başladı. Bense onu umursamamaya çalışarak elimdeki yavru köpeği sevmeye devam ettim.Bir soru sorduğunu hatırladığımda "Seni ilgilendirmez bence?" diyebildim sesimin tirrememesini umarak ama tabii ki başarılı olamadım.

Çocuk umursamaz tavırlar sergilerken başımın döndüğünü hissettim. Neden böyle olduğunu düşününce sabahtan beri yemek yemediğim aklıma geldi. Ayağımın ucundaki valiz çocuğun yeni dikkatini çekmiş gibi bir valize bir bana baktı ama sonra kollarını göğsünde birleştirerek denizi izlemeye devam etti.

Büyük ihtimalle Yasemin yurttan atıldığımı öğrenmiştir ve Barış'a haber vermiştir diye düşündüm. Barış'tan yardım istesem onda istediğim kadar kalabilirdim ama böyle bir durumda tek istediğim yalnız kalıp ağlayıp nutella yiyip depresyona girmekti. Her ne kadar bunu istesem de saat biraz ilerlediğinde Barış'ı arayıp onda kalmak istediğimi söyleyecektim. Ama ilk önce şu çocuğun yanından kalkıp başka bir yere oturmalıydım.

Birden ayağa kalktım ve adını bile bilmediğim çocuktan uzaklaşmaya başladım. Gerçi durdurmadı da seslenmedi de. Köpeği serbest bıraktığımda banktan ayrılmadı.

Tekerlekli valizimi alıp yürümeye başladım ve çocuğu göremeyecek kadar uzaklaştığımda bir banka oturdum. Telefonumu elime alıp Barış'ı aramaya karar verdim. Ona konum atıp bu gece onda kalacağımı söyleyecektim. Telefon açılır açılmaz bir sürü mesaj olduğunu görünce bu kadar merak ettirdiğim için pişman olmuştum bile. Hava kararmaya başlamıştı, saate baktığımda 17:48 olduğunu gördüm. Hava serin olduğu için pek kimse yoktu dışarıda. Oturduğum bankın arka tarafından gelen sesleri duyduğumda tedirgin olsam da sakinliğimi korumaya çalıştım. Rehberde Barış'ın ismini bulduğumda tam arayacaktım ki birilerinin benim olduğum tarafa seslendiğini hissetmemle ayağa kalkmam bir oldu.

"Hey güzellik, nasılsın? Ne yapıyorsun burada tek başına?" diye bir şeyler ağzında geveledi yirmili yaşlarındaki bir erkek. Onlara doğru döndüğümde tahmin ettiğim gibi tek olmadığını anladım. Tam olarak beş kişilerdi ve ellerindeki bira şişeleri hepsinin sarhoş olduğunu anlamama yetmişti.

Ama onların anlayamayacağı bir şey varsa o da kendimi gayet iyi bir şekilde koruyabileceğimdi

Kızsın diye susmak zorunda değilsin. Sen kendini korumazsan, kimse korumaz. Sen susarsan kimse senin için konuşmaz.

"Sizin gibi üç beş şerefsize kendimi kullandıracağımı mı sanıyorsunuz, ha?" Kahkaha attım. İstediğim şey onları oyalamaktı ve başardım da. Onlar beni dinlerken çantamın kenarından çıkardığım biber gazını önde duran üç kişinin suratına sıktım.

Ve koşmaya başladım.

Telefonum elimde, valizim geride, peşimde iki sarhoş adam, koşuyorum gündüz gece... Ben de böyle normal bir kızım işte. Ama her ne kadar sarhoş olsalar da benim kadar hızlı koşabiliyorlardı maalesef. Sabahtan beri yemek yemediğim de göz önünde bulundurulduğunda başımın dönmeye başlaması normaldi sanırım. Ama yine de durmaya niyetim yoktu. Beş dakikadan fazla olmuştu koşmaya başlayalı ama hala peşini bırakmamışlardı. Nefes nefese kalmıştım.

Koşmaya devam ederken yanımdan bir arabanın kornaya bastığını duyunca "Sırayla mı veriyorlar sizi bana ya?" diye bağırdım. Ama sonra başımı o yöne çevirdiğimde arabanın içindeki kişinin yine o olduğunu gördüm. İki gün içinde bu kadar karşılaşmamız cidden nasıl bir tesadüftü bilmiyorum ama bu kez bana yardım etmek için kornaya bastığını anlamak zor değildi sanırım.

"Allahım lütfen bunu yaptığıma pişman olmayayım." diye fısıldayarak arabanın kapısını açtım ve yolcu koltuğuna atladım. Ve hikayem başladı.

Belki de çoktan başlamıştı...

          (Koşarken Erva'nın hissettiği)

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

(Koşarken Erva'nın hissettiği)

Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyiin :)

#IFLAS#(DÜZENLENİYOR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin