~~Chapter Fifteen~~

3.6K 150 16
                                    

Saatler geçmişti. Bree gözlerini tavana dikmiş, cansız bir manken gibi yatıyordu. Ertesi gün taburcu edilecekti. Herhangi bir şeye tepki vermiyordu. Başlarda durmadan onunla konuşmuştum, rahatlatmaya çalışmıştım ama sonraları bundan vazgeçtim. Çünkü işe yaramıyordu. Bitkisel hayata girmiş gibi tepkisizdi. Anne ve babasını aramalı mıydım bilmiyordum. Taburcu edilir edilmez onu geri götürecektim. Doktor seyahat etmesinde herhangi bir sakınca olmadığını söylemişti. 

"Bree." dedim sabrım tükenerek. "Lütfen benimle konuşur musun? Bir şey söyle, ne olursa. Lütfen."

Beni duyuyormuş gibi görünmüyordu. Bir tür transtaydı. Onu böyle görmek kalbimi paramparça ediyordu. Gözyaşlarımı hızlıca silip hınçla yerimden kalktım. Dışarı çıkıp kapıyı arkamdan çarptım.

"Lanet olsun!" diye söylendim. Kapının önünde biri vardı.

"Merhaba. Kötü bir zamanlama mı?" dedi Noah elinde çiçeklerle. Kendimi toparlamaya çalışarak ona gülümsedim.

"Hiç değil. Onlar bana mı?" dedim şaka yaparak. Noah ciddiyetle başını sallayınca şaşırdım.

"Aslında, evet. Sana." dedi beyaz zambakları bana uzatarak. Çiçekleri alırken utanmıştım. Teşekkür ettiğimi mırıldandım. 

"Birer kahve içelim mi?" dedi. Kabul ettim. Çiçekleri hemşireye bırakıp suya koymasını rica ettim. Noah ile kafeteryaya indim. Sütlü şekersiz kahvemizi içerken bir süre konuşmadık.

"O nasıl?" dedi sonunda bana bakarak. Bree'yi merak ettiği için gelmişti. Boynumu ovuşturup ona gülümsedim.

"İyi değil." dedim canım sıkılarak. Bree hiç iyi değildi. Bir daha iyi olabilir miydi bilmiyordum. Gözyaşlarımı geri göndermeye çalıştım. Güçlü olmam gerekiyordu. Bunu Bree'ye borçluydum. 

"Sana sahip olduğu için çok şanslı. Orada çok cesurdun, Zoey."

Yarım yamalak gülümsedim. Yeterince cesur değildim. Yeterince güçlü, hızlı ya da korkusuz değildim. Engel olamamıştım. Onlar Bree'nin yaşama sevincini ondan söküp alırlarken ben sadece seyirci kalmıştım. O an erkek olmayı dilemiştim. Belki o zaman onu koruyabilirdim. Belki o zaman zarar görmesini engelleyebilirdim. Yumruklarımı sıktım. Kendimi suçluyordum. Onu Paris'e götüren bendim. Ona zarar gelmesini engelleyemeyen bendim. Her şeyin suçlusu bendim.

"Senin suçun değildi." dedi sert bir sesle. Kafamı kaldırıp ona baktım. Ne düşündüğümü tahmin etmişti.

"Bir an bile kendini suçlama. 5 kişiydiler, Zoey. Yapabileceğin bir şey yoktu."

Aksanı hiç kulak tırmalayıcı değildi. Amerikan olmalıydı. Gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim. Kahvemi başıma diktim. Kendimi toparlamaya çalıştım. Sonunda ona bakıp başımı salladım. Biraz daha ferahlamıştım. 

"Ne zaman geri döneceksiniz?"

"En kısa sürede. Doktor yarın çıkabileceğini söyledi."

"Bir şeye ihtiyacınız olursa, ne olursa, beni arayabilirsin." dedi yumuşak bir sesle. Ona çok şey borçluydum. Bree ölebilirdi bile. Bunu engellemişti. 

"Amerika'ya ayak bastığın an bizi arayacaksın, Noah. Söz ver." 

Gülüp kabul etti. Bree'nin odasına geri döndük. Doktorun yanında bir doktor daha vardı.

"Bu, doktor Sarah Newlin. Hastanemizin psikiyatristi. Bree'nin tedavisine başladı." diye tanıttı doktorumuz. Başımı salladım.

"Gerek yok. Bree Amerika'da tedavi edilecek."

Yatılı Okul《girl♡girl》Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin