-Ulus'tan-
Beyazların arasında ölü gibi yatan karım, acı çekme sebebimdi. Yıllarca ona kavuşmanın hayalini kurmuş, şimdi ise kaybediyordum. Daha çok erkendi birlikte yaşanacak hayaller, güzel günler vardı. Ellerimin arasından kayıp gidişini izlemek istemiyordum. Keşke diyordum.. Keşke, dönmeseydi hiç. Onsuz kalsaydım da en azından bu duruma gelmeseydi. Belki Berkle mutlu olurdu. Gözlerimden akan yaşları elimin tersiyle sildim. Yıllar önce aramıza ördüğü duvarları aşmış, kalbine girmeyi başarmıştım da şimdi bir camı aşamıyordum. Onu bir camın ardından izliyordum. Sarı saçları beyaz yastığa dağılmış, dudakları da teni gibi canlı rengini kaybetmişti. Doktorlar uyanmayacağını söylüyordu. Son 24 saat vermişledi onun kalp atışlarına. 24 saat sonunda onun aşk dolu kalbinin atmasını sağlayan makineyi çekicek ve üzerine beyaz bir örtü örteceklerdi meleğimin. Ve sadece o değil bende sonsuz bir uykuya dalacaktım..
Ölüm bir insana ancak bu kadar yakışabilirdi. Beyaz teni gittikçe soluyordu. Kırmızı dudakları, mora dönüşüyordu. Ölüyordu. Ölüyorduk. Çetenin geri kalanı çökmüş haldeydi fakat çocuklarla kalıp onları korumaları gerektiğini söylediğimde gitmişlerdi. Hepimiz korkuyorduk. Onun gitmesinden, bizi terketmesinden. Çocuklar ise büyük bir merakla annelerini soruyorlardı. Meleğimi zor bulmuşken kaybediyordum. Camın yanındaki duvara bir yumruk daha geçirdim. Onsuz yapamazdım. Nefesim olmuştu bu kadın benim. Hayatım olmuştu. Son 5 saat kalmıştı. Onun yanına girip, onu uyanması için ikna etmeliydim. Doktorun odasına kapıyı çalmadan girdim. Doktor şaşkınlık ve korku dolu bakışlarıyla bana baktı. Bir şey söylemesine izin vermedim ''Benim onun yanına girmem lazım'' doktorun korku dolu bakışlarının yerini acı aldı ''Anlıyorum Ulus bey. Çok zor fakat, hastanın sağlığı için sizi yoğun bakıma alamam'' masaya elimi vurdum ''Beni. İçeri. Alacaksın!''
Yoğun bakımın kapısından içeri girdiğimde, hastane kokusu yerine karımın papatya kokusu burnuma doldu. Her gittiği yere sinerdi kokusu. Papatya gibi kokardı hep ve bundan severdi belki de papatyaları. Bu kokuyu bir daha hissedememek ölümle eş değerdi. Geldiği gibi gidemezdi. Bu haksızlıktı. O, ölümü haketmeyecek kadar güzeldi. Onun yerine ölmeyi diledim. Onun yerini almak, durmak üzere olan kalbinin benim kalbimle yer değiştirmesini diledim. Daha kötü bir hal alabilir miydi durum. Araf'ı toprağa mı emanet edecektim. Gözümden bile sakındığım karım gidiyordu. Kimseyi umursamadan, ardındakileri düşünmeden gidiyordu. Kollarıma yığıldığında söyledikleri aklıma geldi
Beyaz elbisesi, kana bulanmıştı. Kısık sesi gözyaşlarımın çoğalmasına neden oldu ''Sevgilim. Ben seni tanıdığım gün 'Bu yakışıklı adam kim?' dedim kendime. Cevabını şimdi buldum. Bu yakışıklı adam benim kocam, çocuklarımın babası, son nefesimi kollarında vereceğim adam, herşeyim. Seni seviyorum. Sakın. Sakın ağlama. Çocuklarımıza iyi bak. Gitmek istemiyorum. Senden, çocuklarımdan gitmek istemiyorum ama bu benim elimde değil. İlk defa, ilk defa ölümden korkuyorum. Çünkü biliyorum. Karanlık sadece beni çekmicek içine ama senden tek birşey istiyorum. Çocuklarımıza sevmeyi öğret. Birgün bizim birbirimizi sevdiğimiz gibi, onlarda birilerini sevsinler. Aşk bizim çocuklarımıza çok yakışır sevgilim. Çünkü onlar büyük bir aşktan doğdular.''
Düşüncelerden sıyrılıp, karşımdaki karıma odaklandım. Yanına gidip soğuk elini avuçlarımın arasına aldım. Ellerinin soğuk olması beni şaşırtmadı. Onun elleri hep soğuk olurdu. Yinede öperek ısıtmaya çalıştım. Gözlerimden akan damlalar ellerine düştü. '' Gitmek korkakların zaferidir Araf. Korkak değilsin sen. Gitme. Aç gözlerini. Güzel günlerimiz var. Aç hadi, kalk güzelim, nolur kalk. Sana ihtiyacım var. Kokuna, huzuruna, varlığına ihtiyacım var'' bekledim.. Bekledim.. Bekledim.. Bırakmadım ellerini, o da açmadı gözlerini. Odayı dolduran kalp atışları bir anda düz bir çizgi oldu. İşte o an tüm dünyam durdu. Doktorların odaya girmesi, kalp masajı, elektroşok.. Herşey yavaş çekimdeydi. İçim yanıyordu. Gözyaşlarım durmak bilmezcesine akıyordu. Annesini kaybetmiş küçük bir çocuktan farkım yoktu. Doktorun umutsuz bakışlarından sonra, Araf'ın üzerine örttükleri beyaz örtüyle kendime geldim. Doktoru tutup duvara yasladım ''Kurtar onu. Birşey yap'' doktor ise üzgün ifadesini değiştirmedi ''Üzgünüm'' bu kelime kendime getirmişti. Gitmişti. Ona döndüğümde, beyaz örtüden ayrılıp, sedyeden sarkan elini gördüm. Dizlerimin üstüne çöktüm elini tutup ağlamaya başladım. Gitmemeliydi. Gidemezdi. Hastane kolidorundan tanıdık ve acı dolu çığlıklar yükseldiğinde, çetenin burada olduğunu anladım. Kimseyi umursamadan, ayağa kalktım ve beyaz örtüyü karımın üzerinden çekip, incitmekten korkarmışçasına onu kucağıma aldım.
-Yazardan-
Adam kollarında ki kadının güzelliğinde takılı kalmıştı. Umursamıyordu kalbinin atmadığını. Kalbi atmasa da nefesiydi onun kadın. Kokusunu içine çekti ve kollarında ki karısının cansız bedeniyle çıktı, hastane odasından. Doktorların itirazlarını yok sayıyordu. Onlarda diretmek istemiyordu. Karşılarında ki aşık ve acı dolu bir adamdı. Çete, Araf'ın cansız bedeniyle yıkılmıştı. O güçlü adamlar, en büyük acıyı yaşıyorlardı. Ezel ablasının öldüğünü kavradığında yaşlı gözleriyle diz çöktü. Ablasız kalmıştı. Kimse destek olmayacaktı ona artık. Ben yanındayım demeyecekti. Ulus ise gözyaşlarıyla ve sevdiği kadınla beraber hastanenin kapısından çıkıp yürümeye başladı. Bir anda durdu adam. Durmasının nedeni, karısına olan gibi bedenine isabet eden kurşundu. Gözyaşları yüzüne düştü kadının. Kollarında güç kalmamıştı adamın fakat karısını düşürmemek için daha sıkı sardı güçsüz bedene kollarını. Diz çöktü yavaşça. Kollarında ki bedeni daha da kavrayıp kokusunu içine çekti doya doya. Doya doya dediğime bakmayın. Ulus hiç doyamamıştı ki o kokuya, son anda mı doyacaktı. Cansız bedenin boynuna dayayıp burnunu, bedenini ele geçiren acıyı yoksaydı. Hissedemezdi ki kurşun yarasını, kalbi daha çok acıyordu. Herşeyden kendini sorumlu tutuyordu ve ölmeyi diliyordu.
Çete silah sesiyle hastaneden çıkmış, Ulus'un halini gördüklerinde donup kalmışlardı. Ulus daha fazla dayanamayıp, kollarındaki kadını bırakmadan yığıldı yere. Her gece, yatağa girdiğinde yaptığı gibi, küçük bedeni kendine çekip saçlarının arasına öpücük kondurdu. Mavi hastahane elbisesinin ona ne kadar yakıştığını düşündü. Sedyeyle birlikte ona yardıma koşan insanların gelmesini istemiyordu. Ayırıcaklardı onları. Yüzünü sarı saçların arasına gömüp gözlerini sonsuzluğa kapattı.
İki aşık kalbi, ölüm bile ayıramadı. Yan yana açılan iki mezarın sahibi belliydi. Araf Yaprak ve Ulus Yaprak. Büyük aşkın, küçük kahramanları... Onlar bu dünyadan silinmişlerdi fakat izlerini, 2 küçük çocukla bırakmışlardı. Çete, o çocukların yüzüne her baktığında o aşkı göreceklerdi. Onlar, masum değildi fakat aşkları şüphesiz masumdu. Yılların silemediği büyük aşk, ne yaralar açmıştı.
Mehmet Aksoy hastahanenin bahçesinde ki iki cansız bedeni gördüğünde yıkılmıştı. Kızını, sarı papatyasını kaybetmişti. Papatyası onu affedemeden ölmüştü. Ulus.. Oğluydu onun. Küçük kızını emanet edebilecek kadar sevmişti bu adamı. Sadece hastahane değil, tüm şehir şahitti bu aşka. Acı dolu feryatları tüm şehri inletiyordu. Onların hikayesi burada bitmişti. Çok sevmişlerdi birbirlerini ve sevmeye devam edeceklerdi çünkü, aşk iki bedenle değil iki ruhla yaşanırdı. Bedenler aşık olmazdı. Aşık olan ruhtu ve ruh ölmezdi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kural 1: Aşık Olma
Teen FictionBazen aşkı sevdiğin bir şarkının nakaratında, bir şiirin dizelerinde yada bir çiçeğin kokusunda bulabilirsin. En zoru bir kadının bir adamda aşkı bulmasıdır. Bu adam doğru adam değilse seni kırabilir, yaralayabilir ve öldürebilir. Fakat doğru adam i...