# London Grammar -
Wasting My Young Years #*******
Günümüz...
"Bu hayatta bana neyin asla kaybolmadığını sorsalar cevabım dört harften oluşan o tek bir kelime olurdu sanırım; umut... hep vardı. Bitmezdi; belki azalırdı, silikleşirdi ama bitmezdi. Bir çocuğun gülümsemesi artırırdı umudu bazen, sokaktaki kimsesiz bir yavru köpeği beslediğin anda sana dönen minnet dolu bakışlar, her gece batmaya zorlanan güneşin yılmadan, usanmadan sonraki sabahlara tekrar tekrar ışıltıyla doğması... milyarlarca yıldır güneşin etrafında bir pervane misali dönmekten vazgeçmeyen gezegenlerin varlığı dahi. Her hayat zerresinden taşan ve bitmeden tükenmeden yenilenen umudun kendisi bile başlı başına bir sebepti aslında; yeryüzünde saf kalmış bir iyiliğin, kazanılması muhtemel bir savaşın hala var olduğuna inanmak için.
Acılara rağmen yılmamayı da, yeniden ayağa kalkmayı da bu duyguya borçluydu insan, ben yaşamayı bu duyguya borçluydum; umut etmeye. Ve umudumun köreldiği zamanlarda dahi şükretmeye. Dostluğu, aşkı kaybedebilirdim, kaybettim de... gerçek anlamda bir ailem asla olmadı zaten ve maddiyat; benim için yaşayacak kadar var olsa yeterliydi. Tüm bunlar kaybedilebilirdi ama umut kaybolmazdı, illa ki bir yerlerden çıkagelir ve beni bulurdu. Gülümsetirdi, uyanmaya sebep verirdi. Eğer bir gün içimde bunun zerresini dahi bulamazsam derdim hep kendime, umuda yer bulamazsam kalbimde; işte o gün benim dünyadaki varlığımın sona eriş çanları çalıyor demek olurdu. Umudum hala yoka yakındı ama henüz çanlar kulağıma çalınmıyordu. Sahip olduğum umut beni yaşatmaya yetiyordu. Dediğim gibi; henüz..."
Defne Erez
*******
Terminale giren otobüsün sarsılarak durması ve muavinin ne dediği anlaşılamayan ezbere cümlelerinin kulakları çınlatan bir sesle hoparlörde yankılanmasıyla gözlerini açtı Defne. Başını pencere ile arasına siper ettiği ceketine yaslamış ve uyuyakalmıştı. Ne kadar süredir bu pozisyonda uyuduğunu bilmiyordu. Ancak ağrıyan boynu ve uyuşuk bedeni bunun saatlerdir olduğunun sinyallerini veriyordu.
Kirpiklerini birkaç kez kırpıştırarak oturuşunu dikleştirdi. Geriye doğru esnettiği vücudunu rahatlatırken pencereden dışarıya baktı. Hava kararmak üzereydi. Bu sabah, erken saatlerdeki bir sefere bilet almış ve Izmir'den Istanbul'a doğru yola koyulmuştu. Uçak yolculuğunu tercih etmek belki de çok daha akıllıca ve konforlu olurdu ancak otobüs yolculukları ona her zaman daha cazip gelirdi. Bade, yıllar önce Defne'ye bu huyundan nefret ettiğini söylenir dururdu. Onu keyfine düşkün olmamakla suçlardı. Defne ise buna; zamanı yavaşlatma metodu derdi. Daha uzun yolculuklar hayatın tadını damağına yaymak demek gibi gelirdi, kendine zaman çalmak. Ancak bu defa otobüsü tercih etmesinin sebebi başkaydı; bu defa daha uzun yolculuk demek kendisine kazandıracağı daha fazla zaman demekti, oyalanmak kısaca.
Vücudu tüm uyuşukluğunu kaybettiğinde; otobüste kalan son birkaç yolcu ile birlikte orta kapıdan indi, muavinden bavulunu teslim aldı ve sürükleyerek taksi durağına doğru ilerlemeye başladı. Etrafa bakmak yerine durağın ilk sırasında bekleyen sarı renkli arabaya odaklandı.
Deri ceketinin fermuarını sonuna kadar kapatıp sanki onu üşümekten koruyacakmış gibi; içgüdüsel olarak omuzlarını hafifçe kaldırdı. Hava, mevsim bahar olmasına rağmen akşamın ilk saatlerinin serinliğini taşıyordu. Ancak ürpermesinin asıl nedeninin bu olmadığını biliyordu Defne. Dıştan değildi gelen soğukluk, içi donuyordu. Göğüs kafesindeki yanma geri kalan tüm bedeninin donmasıyla tezatlık taşıyor olsa da yine de üşüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp
General Fiction"Bazen, geçen sadece zamandır, bazı acılar bâki kalır. Bazı sözler bedenlere, bazı aşklar kalplere, bazı dostluklar da anılara saklanır..." Yetimhanede büyümüş dört arkadaşın kayıp zamanlarının, yok oluşların, katlanılamaz acılara rağmen hayata ye...