Bazen geceleri, uyku ve uyanıklık arasında asılı kaldığım o ince çizgide, hayatın bana fısıldadıklarını daha net duyuyordum. Bu defa, rüya olduğunu bildiğim ama hissettiğim her şeyin gerçek kadar canlı olduğu bir âlemde buldum kendimi. Yumuşak bir ışıkla sarılmış bir boşluğun ortasındaydım. Ayaklarım yere değmiyordu fakat herhangi bir korku da hissetmiyordum. Aksine, içimde garip bir huzur vardı.
Yıllardır hiç bilmediğim bir ait olma duygusuydu bu.
Ve o an, ışığın içinden bir el uzandı. Kelimelerle tarif edilemeyecek kadar kutsal, aynı zamanda tanıdık.
"Yüce" dediğim bir varlık karşımdaydı.
"Litavis," dedi ses, ama bu bir ses değildi. Daha çok ruhumun derinliklerine işleyen bir melodiydi. İsmimi söylediğinde, içimde yankılandı, tıpkı çok uzun süredir beklenen bir yankının sonunda geri dönmesi gibi. Gözlerim doldu ama nedenini anlayamadım. Belki de uzun zamandır görmezden geldiğim bir gerçeğin nihayet yüzeye çıkmasından kaynaklanıyordu.
"Sen kutsandın," dedi.
"Saf bir kandan doğdun. İçinde büyük bir iyilik taşıyorsun. Bu iyiliği koruman gerek, çünkü sırada olan ilk kişi sensin."
Benim gibi sıradan bir meleğe bu kadar büyük bir sorumluluk nasıl yüklenebilirdi? Kutsallık? Saflık? Hayır, bu benimle ilgili olamazdı.
Ama o devam etti:
"Bunu seninle paylaşmam gerekiyor çünkü zamanla her şey açığa çıkacak. Ancak bil ki, bu iyiliği korumak için büyük bir mücadele vereceksin. Karanlığın ağırlığı, seni bu iyilikten koparmaya çalışacak."
Yutkundum, çünkü söyledikleri içimde bir fırtına yaratmıştı. Benim kim olduğumu biliyor muydu? Zayıflıklarımı, korkularımı, hatalarımı? "Nasıl?" diye sordum içimden, ama sesim çıkmadı.
Yüce'nin sesi daha da ciddileşti:
"Sana bir görev veriyorum, Litavis. Bu, hayatının en önemli sınavı olacak. Kovulmuş olanlarla asla iletişim kurmamalısın. Onların yolu karanlık, onların amacı seni bu ışıktan koparmak. Onlarla yakınlık kurarsan, bu sadece senin değil, onların da sonu olacak."
Kovulmuş olanlar? O sözleri duyduğumda bile içimde garip bir titreşim hissettim. Sanki o varlıklar sadece dış dünyada değil, içimde bir yerde de varlardı. Kısa bir süre sorularım boğazımda düğümlendi. Kimdi bu kovulmuş olanlar? Neden beni hedef alacaklardı?
Ama Yüce devam etti:
"Bu dünyada iyiliği korumak her zaman kolay değildir. İnsanlar seni anlamayabilir, sana sırtlarını dönebilir. Ama unutma, yalnız değilsin. Kalbinin sesini dinle ve bu ışığı asla kaybetme."
Sonra bir şey daha oldu. O ışık, sanki damarlarımda dolaşan bir akışa dönüştü. Sıcaktı, hem de çok sıcaktı ama yakmıyordu. Bir an için gerçekten kim olduğumu bildiğimi sandım. Ama işte o zaman korkum da baş gösterdi. Eğer ben gerçekten bu rüyada anlatılan kişi isem, ya başarısız olursam?
"Ya düşersem?" diye sordum sonunda. Sözlerim havada asılı kaldı ama Yüce beni duymuş gibi görünüyordu. Elini daha da yaklaştırdı.
"Düşmek bir son değil, Litavis. Ama geri dönmek cesaret ister. Senin bu cesarete sahip olduğuna inanıyorum."
Uyandığımda hâlâ o sıcağı hissediyordum. Ama her şey bana bir hayal gibi geliyordu. O ışık, o ses, o görev...
Gerçek miydi? Yoksa zihnimin bana oynadığı bir oyun muydu? Ama sonra fark ettim ki bu, bir rüyadan fazlasıydı. Ruhumda bir iz bırakmıştı, geri dönülmez bir şekilde.
Annemin bakışlarını getirdim gözlerimin önüne. Beni hep tuhaf bir ifadeyle süzer. Sanki bildiği ama bana söylemediği bir şeyler vardı. Belki de Yüce'nin bahsettiği "saf kan" gerçeğini biliyordu. Ama ona hiçbir şey söylemedim. Nasıl anlatabilirdim ki?
Ben bir meleğim evet.
Ya bir gün karanlığa yenilirsem? Ya kovulmuş olanların fısıltılarına kulak verirsem?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HÜKÜMSÜZ
RomanceKaranlığın pençesindeki bir melek ile yasak bir kaderi paylaşan melez.