Zaman, dalları renklerine bezeyen bahar gibiydi. Ilıyan havayla eriyen karlara doygun nehirler gibi, gürül gürül bir çoşkuyla akıyordu genç gönüller için. Bir gün diğerini takip ediyor, yıllar en mahir iz sürücüler için bile takip edilemez bir hızlı alıyordu yolunu. Kısalan günlere inat, büyüyen bedenlerin attıkları adımlar uzuyor, oyunlar çocuksu heyecanlarından sıyrılıyor ve her geçen sene iki çocuğu yaklaştırırken, bir diğeriyle aralarına daha büyük bir mesafe koyuyordu.
Zahir, bahçeye bakan geniş pencerenin önünde, başını cama yaslayarak, ellerini cebinde, kızgın gözlerle dışarıyı izlemeyi bırakalı o kadar uzun süre olmuşu ki. Artık gözleri daha uzaklara bakıyordu onun. Bambaşka bir hayat kurmuştu çocukluktan sürüldüğünü anladığından bu yana. Gözleri evin bahçesinden çok daha uzaklara düşüyordu. 17 yaşını sürüyordu bedeni. Bahçedeki hengâme ilgisini çekmiyordu artık.
Evin büyük bahçesindeki meyve ağaçları Yusuf ve Nefha'nın oyun alanı olmuştu son yıllarda. Daha dallar meyvelerin ağırlığıyla sarkmaya başlamadan Nefha ve Yusuf meyve nöbetine durmaya başlıyorlardı. Hava onların rahatça dışarı çıkabileceği kadar ısındığı an küçük ayakları onları dışarı, toprak koksunun içine sürüklüyordu. Ve baharın, neşeli bir rüzgarın peşine takılıp dalları kendi fırça darbeleriyle boyamaya başladığı ilk anlardan itibaren onları içeri sokabilmek mümkün olmuyordu.Kışın rehavetini atan bedenleri birer dinamo gibiydi... Güneşte şarj oluyorlar ve durmaksızın hareket ettikçe yorulacaklarına, daha da enerjiyle doluyorlardı. Neşeli kahkahalarla oraya buraya koşturuyor, ancak tırmanacakları bir sonraki ağacı seçmek için, o da kısacık bir an, duraksıyorlardı.
Hareketsiz kalmaları aslında bela demekti ikilinin. Geçen hafta, Fatma Hala'nın bin bir emekle, gözü gibi baktığı gülfidanlarının dibini "Kuyu açıp, su çıkaracağız ..."diye kazmalarından bu yana, bahçede koşuşturmaları, aslında herkesi rahatlatacak bir eylem olarak bile görünebilirdi. Feridun Bey ikisini karşısına alıp payladığında suçu üzerine almak için yarışmıştı ikisi de.
"Vallahi benim fikrimdi baba. Halam onları sulamak için çok yoruluyor ya hani, kuyu kazarsak daha rahat eder diye düşünmüştük sadece..." demişti Yusuf. Hemen ardından Nefha atılmıştı ortaya.
Sıkı sıkı Yusuf'un eline yapışmış heyecanla savunmaya başlamıştı onu.
"Onun suçu yok Feridun amca. İki gözüm önüne aksın ki benim aklıma geldi ilk. Hani geçen yaz sen plajda kale yaparken, biz sana kum taşıyorduk ya. İşte hani biz kumu kazdıkça su çıkıyordu ya o zaman. Dün sabah Fatma Teyze de, dizlerim ağrıyo diye sızlanınca, ben dedim ki kuyu açalım da işi kolaylasın. Biz hep onu düşündüğümüzden vallahi... Hem Yusuf'un ne günahı var. Ne olur kızmayın ona. Bana kızın."
Kocaman olmuşlardı ya, hareketleri çocuktu hala... Ah nasıl da deliriyordu onların bu halini gördükçe, hatırladıkça Zahir. Geçen yıllar bile merhem olmamıştı içindeki yaraya. Onları böylesi birbirine tutkun gördükçe, kendini hatırlatıyor, daha dün açılmışçasına, için için sızlamaya başlıyordu hala.
Geçen zaman içinde nasıl da değişmişti küçük kız. Yusuf'la ikisinin arasından su sızmamaya başladığından bu yana açılmış, dili çözülmüştü. Matruşka bebekleri gibi aydan aya zavallılılığından soyulmuş ve en sonunda haylaz bir peri kızı kalmıştı geriye. Ve ne yazık ki, Yusuf'un da yaramazlıkta ondan geri kalır yanı yoktu. İki çocuğun yaptığı haylazlıklar kök söktürüyordu herkese. Dinmek bilmez bir kasırga gibi esip duruyorlardı evin içinde. Gürültüleri değil, sessizlikleri korkutur olmuştu herkesi. İkisinden uzun süre ses gelmeyince, Fatma Hala'larının, kireçlenme yüzünden ona sıkıntı çıkaran dizlerini ova ova koridorda yürüyerek, öfkeyle söylenmeleri günlük rutinlerden biri haline gelmişti artık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFHA
Genç KurguVarlığı inkâr edilemez olandı, yok sayılamayacak, gözden kaçırılmayacak olandı, Zahir. Adı gibi... Kırıp döktüğünün nefesinde üflendi ona sur borusu, Nefha... İsmi gibi... Kıyametiydi. Başlangıcıydı. Yaşamın bittiği yerdi. Tükenmez sevdalara yazı...