hatırlamayanlar olma ihtimaline karşılık, bir kaç bölüm önce, Tasya ve abisi Rüzgâr'ın babasından bahsederken, Rüzgâr'ın annesi Asiye'nin lafı geçmişti:)
(Asiye)
O günün her saatini hatırlıyorum hala. Her an, ayrı ayrı, birer nakış gibi işlenmiş zihnime. Unutulmazlar arasında yerini almış, ayrılmıyorlar oradan...
Sabahın bütün hengâmesinin atlatılmasının ardından, akşamın apansızca gelişini hatırlıyorum en çok da. Anılarımın, hatırladıklarımın arasında başköşeye oturan saatler, en çok da akşama ait. O yatağın üstünde otururken, hemen sağımda kalan pencerenin aralık tülleri arasından akşamın gelişini nasıl izlediğim; neler düşündüğüm... En çok onları düşünüyor, en çok onları hatırlıyorum...
Gün artık Sürmene'yi terk ediyor, yerini akşamüstünün alacakaranlığına bırakıyordu. Gece, matemin en karanlık kuytularından kopup geliyordu adeta. Simsiyah dumanı dağın eteklerine iniyor, bir sel taşkını gibi kendinden gayrı her şeyi yutuyordu ağır ağır. Koca dağlarla, yaylalarla da yetinmiyor, amansız bir düşmanın, dinmek bilmez açlığıyla gelinliğime akıyordu. Gençliğin tüm feveranıyla, gecenin, aynasını bana çevirdiğini düşünüyor, geceye büründüğüme, günbatımıyla birlikte günü geride bırakarak bizzat gece olduğuma inanıyordum.
Hatırlıyorum da; bir an, ağlamayacağıma dair etiğim tüm yeminlerin üstüne bir çizgi çekip, hıçkırıklara boğulmuştum. Acı öylesine büyüktü ki, bedenim başa çıkamıyordu artık onunla. Karşı çıkmamışlığımın, yeterince savaşmamışlığımın geç kalınmış pişmanlığı beni bulmuş, gözyaşlarımın tüm setlerini yıkmıştı o kısacık anda. Ellerimi yüzüme kaldırdığım anı hatırlıyorum da... Gözlerim, bir önceki gece elime yakılan kınanın alına dokunduğunda, hıçkırıklar inlemelere dönüşmüş, kendimi kaybetmiştim. Bazen merak ederim, o an... Tam da o an içeri girseydi İdris... Kapıyı aralar aralamaz, gelinini, beni, gerdek yatağında ileri geri sallanarak, gözyaşları içinde inilderken görseydi ne yapardı? Bunu hiç öğrenemeyeceğim. Hiç bilmeyeceğim... Zamandan ve mekândan azade bu yerde geçmişe bakarken merak ettiklerim, hep bir bilinmezlik içinde kalacak bundan böyle. Yine de... Merak... Ah, işte onun önüne geçemiyorsun. Bedeninden serbest kaldığında bile acabalar peşinden geliyor senin, bırakmıyor...
Dağılıyorum değil mi? Oysa hepiniz kim bilir nasıl bir tecessüsle beklemiştiniz benim hikâyemi... Öyleyse... Devam etmeliyim o alacakaranlığı anlatmaya. Gece yavaş yavaş çökerken, kendi hapishanesinin duvarları içinde, bir başkasının gelini olmaya mahkûm kalan Asiye'nin hikâyesini paylaşmalıyım.
Ben, yatağın bir köşesine ilişmiş, korku ile İdris'in sonunda sırtına vurularak odaya yollanmasını, hakkı olanı almasını bekliyordum. Gece iyice ilerlemişti artık. Benim aklımsa günün bittiği andaydı hala. Karanlığa bakıyor, bütün o olanlara anlam vermeye çalışıyordum. Duvağım saçlarımın üzerine geçirilirken yitirdiğim aklım şaşkındı. Zamana yetişemiyor, elimde olsa denizin en derin yerine demir atarak sabit tutmaya çalışacağım dakikaların benden destur beklemeden hızla akıp gitmesine şaşıp kalıyordum.
Oysa daha birkaç saat önce göğün uçsuz bucaksız sahnesinde alacalı bir gün batımı sahne almıştı. Yer gök elime çaldıkları kına kadar kızıldı. Gece öylesine çabuk katranına bulamıştı ki dünyayı, bunca hızı, aceleyi kavrayamıyordum. Oysa şimdi düşünüyorum da. Gözlerimin önündeymiş gecenin gelişi. Ben sadece görmek izlemek istememiş, görmezden gelerek kaderden kaçabileceğimi sanmışım.
Şimdi sorsanız saniye saniye anlatabilirim size. Biliyorum ki kızılın perdesini giyip, siyahın karanlığına ilk, sisin koşması bir mana ifade etmiyor sizin için. İlk önce tepeleri, yamaçları, ağaçları kanatları altına alan, bir duvak misali gözlerden saklayan sisin nasibini almasını önemsemiyorsunuz. Oysa... Anlatmalıyım ben. Çünkü benim için... Önemliydi... Özellikle sis... Alacakaranlığın ilk ona dokunması, ölesiye önemliydi. En saklı kalması gerekendi o... En önce korunması gerekendi... Beyazdı çünkü. Bembeyazdı... Dursunum'un olurken giymem gereken gelinliğim kadar beyaz... O nedenle de en çok ona yanmıştı yüreğim. En çok o kan ağlatmıştı beni... Alacakaranlık gelinliğime düşen o ilk kandamlasıydı benim için...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFHA
Подростковая литератураVarlığı inkâr edilemez olandı, yok sayılamayacak, gözden kaçırılmayacak olandı, Zahir. Adı gibi... Kırıp döktüğünün nefesinde üflendi ona sur borusu, Nefha... İsmi gibi... Kıyametiydi. Başlangıcıydı. Yaşamın bittiği yerdi. Tükenmez sevdalara yazı...