Tekrar özür diliyorum, 5. bölüm de eklendi,
..............
Yusuf delirmiş gibi bakıyordu ona. Allak bullak olmuştu yüzü. İlk defa bu denli karardığını görüyordu arkadaşının gözlerinin ve ilk defa böylesine kana susamış bir bakışla delip geçiyordu o bakışlar karşısındakini.
Adeta göz dönmüştü Yusuf'un. Nefha'sını konuşan, onu, ondan almaya kalkacak birilerinin varlığından haberdar olmak yetmişti ona. Yine de, o kadar kendi içindeydi ki , nedenini sorgulamıyor,bedeninin dışına çıkıp kalbini sorgulayamıyordu Yusuf. Bu denli bağlılığın, bu denli adanmışlığın sebeplerini aramanın o kadar çok uzağındaydı ki genç adam. Hala...
"Ne diyorsun lan sen !" diyerek ayaklandığında, Soner koluna yapışarak durdurdu onu. Yan masalardan onlara dönenlere sıkıntı olmadığını anlatmaya çalışmak ise Ahmet 'e kalmıştı.
Soner , "Dur Yusuf, sakin ol azcık, bir şey demedi ki çocuk..." derken Salim de diğer yandan " Aman delilenme hemen sen de. Gerçek abisi olsan bu kadar yapmazsın ha." diyerek ortamı yumuşatmaya çalıştı.
Birden duraksadı, gözleri büyüdü Salim'in.
"Ya, ya ben anlamamıştım Yusuf, çok... çok özür dilerim. Tabi, siz kardeş değilsiniz, biliyorum elbette..." Dedi aceleyle.
Bir yandan da sayıp döküyordu kendisine delikanlı. Nasıl anlamamıştı şimdiye kadar. Denk gelinmiş dakikalar, bir puzzle'ın parçaları gibi iç içe geçerek ona resmin tamamını gösterirken, kırdığı potun pişmanlığı büyüyordu içinde.
Yusuf donakalmıştı Salim'in sözlerinin, bakışlarının ima ettikleriyle.
"Değilim!" diye fısıldadı şaşkınlıkla.
" Abisi değilim! " diye tekrarladı sonra.
Onun her şeyi olmak istediğini fark etmenin şaşkınlığıyla, başını endişeyle onu izleyen Nefha'ya çevirdi. Yusuf döner dönmez ayaklanmıştı Nefha. Genç kızın korkulu gözlerine baktı.Her halini , her bakışını görmüştü Yusuf o gözlerin. Sadece mutluluğu olmak istediği o gözlerin korkusuydu şimdi. Hissediyordu onun endişesini. Gülümsedi onu sakinleştirmek istercesine. Sarsak hareketlerle geri oturdu masaya. Ellerinin arasına aldığı başını inanamayarak sallıyordu iki yana. Sadece iki kelimeyle yıkılmıştı onu kendi duygularından saklayan baraj. En gizemli büyüyü saklayan o kalın perde yoktu artık... Kalbi tüm açıklığıyla dile gelmişti bir kere. Dönüşü yoktu. Hasret bine katlanarak büyüyordu içinde. Onu ne denli sevdiğini kabullenirken, onsuz geçen her saniyenin hüsranı önündeki sete acımasızca saldırıyor, yüreğini acı fırtınasının açtığı kesiklerle hırpalıyordu.
Hastalık gibiydi Nefha onda. Şimdi anlıyordu. Tüm bedenini saran bir hastalık. Ruhunu talan eden, tenini kemiren, kalbini demir pençelerinin arasında sıkan, parçalayan bir hastalık... Sebebinin de, devasının da Nefha olduğu bir hastalık. Yine de şükranla kabul ettiği , ondan geliyorsa kabulüm dediği bir hastalık... Varlığını iki kelimenin ardında kat ettiği saniyelerde keşfettiği... Bir hastalık...
"Abisi falan değilim ben onun!" diye mırıldandı yeniden şaşkınlıkla. "Değilim..."
.......................
Tavla , hemen hemen tüm ailenin en gözde aktivitesiydi bir süredir. Her seferinde aynı tartışmalarla kapanıp, Nefha'nın koltuğunun altını buluyorsa da,genç kız, yenilen pehlivan misali , sofra kalkar kalmaz başlıyordu Zahir'e yalvarmaya.
Sakin, huzurla başlayan bir seremoniydi bu. Feridun bey her akşam bir kez daha gözden geçirdiği gazetelerini eline alıp koltuğuna geçerken, Fatma Hanım eline örgüsünü alıyor ve gösteri başlıyordu. İkisinin zaman zaman hararetlenen tartışmalarını dinlerken, arada gözlükleri hafifçe burunlarından iniyor, karşılaşan bakışları ,eğlenerek gülümsüyordu birbirine. Sadece Yusuf'un kaşları çatılıyordu onlar tavla başına geçtikleri anda. Sadece onun bakışlar kararıyor... Sadece onun yüreği endişeyle, korkuyla atmaya başlıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFHA
Teen FictionVarlığı inkâr edilemez olandı, yok sayılamayacak, gözden kaçırılmayacak olandı, Zahir. Adı gibi... Kırıp döktüğünün nefesinde üflendi ona sur borusu, Nefha... İsmi gibi... Kıyametiydi. Başlangıcıydı. Yaşamın bittiği yerdi. Tükenmez sevdalara yazı...