11 Tasya

2.3K 199 43
                                    


Müstakil evlerin, sırayla, caddenin iki yanına dizildiği siteye girerken, sorun yaşamamıştı, Tasya. Şimdi, köşe villa olduğu için, diğerlerinden çok daha geniş bir bahçeye sahip olan evin karşı tarafında, otobüs durağındaki oturaklardan birinin ucuna yerleşmiş, heyecanını dizginlemeye çalışıyordu. Baharın serin havasıyla, yazın şen, güleç yüzü arasında kalmış günlerden biri yaşanıyordu Ankara'da. Hava Trabzon'dan o kadar farklıydı ki... Orada nemli, serin, yağışlı bir bahar yaşanmaya devam ederken, burada güneş yüzünü göstermeye başlamıştı bile. Yer yer çiçeklenmeye başlamış olan dallar, çimenlerin arasından narin boynunu uzatan kızıl gelincik çiçekleriyle çok güzel bir bahçesi vardı evin. Üç katlı, beyaz badanalı şirin evin terası, oturduğu yerden görülebiliyordu. Yaşlıca bir kadın, terastaki masaya bir şeyler taşıyıp duruyor; yüzünü göremediği, topuz yapıldığı için saçlarının rengini tam seçemediği bir gençten bir kadınsa, ona yardım ediyordu. Asıl beklediği ise, henüz yüzünü göstermiş değil ki ne yazık ki... Ve... Kimdi o kadın. İçini bir korku bürüdü nedensizce. Kaşlarını çatarak biraz daha dikkatli baktı kadına, daha doğrusu genç kıza. Yaşı küçüktü buradan bire anlayabiliyordu onu. Cıvıl cıvıl bir neşeyle, neredeyse sekerek hareket ediyordu. Ama yüzünü göremiyordu bir türlü.

Meraktan içi içini yiyordu Tasya'nın. Kimdi bu kız? Nereden çıkmıştı? Yoksa Zahir'le bir ilgisi mi vardı? Zahir'le ilgisi varsa ve sabahın bu kör vakti onun evindeyse, gece kalmış demek değil miydi bu? Dehşetle açıldı gözleri. Neredeyse yerinden fırlayıp soluğu evin terasında alacak, saçını başını yolacaktı onun. Ama rahatlama hemen ardından, hızla boy göstermişti. Bu tipte birini hiç görmemişti ki daha önce onun yanında. Ciddi bir şeyler olsa bununla ilgili bir haber mutlaka okurdu. Ayrıca son zamanlarda, magazin dergilerinde gördüğü, Zahir'in yanında boy gösteren kokoşlar, daha çok kendisi gibi kızıl saçlı, ama yine kendisinin tam tersi bir şekilde, koca memeli tipler oluyordu. Ayrıca Türkiye'de işler Rusya'daki gibi değildi ki. Şimdiye kadar Rüzgâr'ın çok az kız arkadaşıyla tanışmıştı. Onlardan birini eve getirdiğini ise, düşünemiyordu bile. Her şeyden önce babası yıkardı ortalığı. Kadir Babası çok katıydı bu konuda. Bir kızı evine getirip, ailesiyle tanıştıracaksa, bu ancak gelecekteki eşini tanıştırmak için olmalıydı ve en kısa sürede de parmağına yüzüğü takmalıydı.

Gözlerini devirdi ister istemez. Bazen hiç anlamıyordu onları. Hoş, kendi babası da Türk'tü bildiği kadarıyla, ama hiç tanımamıştı onu. Kendisi doğduktan çok kısa bir süre sonra öldüğünü biliyordu sadece. Çok bahsetmezdi ondan annesi. "Senin baban, Dursun." derdi hep. Sadece onu babası bilmişti genç kız. Oğlundan ayırmamıştı onu Dursun. Kendi kızı gibi sahiplenmiş, kendi kızı gibi sevmişti onu. 4 yaşından beri onlarla beraberdi. Hatta nüfusuna bile almıştı onu üvey babası. Kimliğinde onu soy ismini taşıyordu ve bir de... Bir de babasının ısrarla kimliğine koydurttuğu, ama kendisinden ve Tasya' dan başkasının kullanmasına, duymasına izin vermediği, sadece ikisi yalnızken dillendirdiği o isim... Tasya sevmezdi o ismi. Anlamını da sevmemişti zaten. Hiç sevmemişti. İçinde her zaman bir burukluk vardı. Gerçekten de onun kızı olmak isterdi Tasya, onun kanından olmak isterdi. Rüzgâr'a ağabey diyebilmek isterdi. Halasına, babaannesine, hatta anneannesine sahip olmak isterdi. En çok da anneannesine...

Öylesine tatlıydı ki kadın. Annelerinin tarafından bir o gelip gidiyordu zaten Sürmene' deki evlerine. Geldiğinde dizinin dibinden ayrılmak istemezdi hiç. Bazen dizine yatırırdı onu. Bir türlü anlamadığı o karışık lehçeyle içli bir sesle hep aynı olduğunu fark ettiği o türküyü söylerdi kadın. Ağıt gibi düşerdi dilinden kelimeler. Islak yağmur damlaları gibi sesiyle bedenine akardı. Dizinden kalktığında tazelenmiş hissederdi kendisini o yüzden de. Yüzlerini avuçlarının arasına alır, koklaya koklaya öperdi onu. Sadece o anlarda, gerçekten aynı kandan hissederdi kendisini. Ama olmuyordu işte, gerçekten bir parçası olmak istediği ailenin içinde, bir sığınmacıdan başka bir şey değildi Tasya. Anneanne bile, kızını kaybettikten sonra yarı yarıya kaçırdığı aklında, kendi kızı sanarak, onun yerine koyarak seviyordu kendisini. Saçlarını okşarken mırıldandığı türkünün anlamını sorduğunda, Rüzgâr'ın halası bir an duraklamış, sonra hüzünlü, çekingen bir sesle, "Asiye sanıyor seni. Neden gittin, neden bu kadar zaman dönmedin diye ağıt yakıyor." demişti bir keresinde.

NEFHAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin