Öylesine kötü bir sabaha uyandık ki, kolumu kaldırmak gelmiyor içimden. Nereye gidiyoruz düşünmemek elde değil. Evden çıkmaya korkuyoruz, evden çıkacaklara aman ha diyoruz. Evden uğurladıklarımızda kalıyor aklımız. Her olayda telefona koşuyor, sevdiklerimize ulaşmaya çalışıyoruz. İyiyim cevapları bile mutlu etmiyor, çünkü birileri o telefonlara cevap veremiyor , birileri kahroluyor biliyoruz.
Yine de bir noktadan sonra kafanı dağıtmak istiyorsun. Yeni bir şeyler yazmak için kafam dolu ancak eskilerden birini düzenleyebilirim diye düşündüm kendi kendime. Böylece Nefha' dan erken bir bölüm getirdim size. Pazartesi yine fragman ve sonrasında Perşembe bölüm gelecek , bu da arada olsun bakalım. Sevgiler hepinize. Başımız sağ olsun. Bu arada basılı kitaplarım için yine okuoku kampanyasını hatırlatmak istiyorum. Postiga Yayınevinin kitapları okuokuda hala 9.90 TL.
.................................................
Ders başlamadan hemen önce organize olmuş, cam kenarındaki yerine kurulmuştu yine Yusuf. Arada pencereden dışarı bakıyor, hava henüz sonbaharın ılıman havasından kışın sert soğuğuna geçiş yapmadığı için beden eğitimi derslerini bahçede yapmaya devam eden sınıfı izliyordu. Ön bahçeye bir file kurulmuş, sınıf iki takıma ayrılarak voleybol oynanmaya başlanmıştı.Ve Nefha... Bir köşede dizlerini karnına çekmiş, kollarını onlara dolayarak, çenesini dizine dayamış, köşede oturuyordu. O zaman, Nefha'nın yine o, hala anlam veremediği, çözemediği nazlı günlerinde olduğunu anladı Yusuf.
Nasıl da özlemle, hevesle bakıyordu oynayanlara. Diğerleri hoplayıp zıplayıp neşeli kahkahalar attıkça iç çekiyor hüzünleniyordu iyiden iyiye. Onu izleyen Yusuf da farklı değildi ki o sırada. Onun üzüntüsü, kendi üzüntüsü değil miydi hep? Öyle çok isterdi ki onu oynarken izleyebilmeyi.
Sadece çok güzel oynadığı için değil, yüzünde beliren o gülümseme için, o mutluluğu görmek için de isterdi izlemeyi. Eve geldiği zamandan çok kısa bir süre sonra başladığı bale derslerinden olsa gerek, Nefha, voleybol oynarken bile dans ediyordu sanki. En çok da süzülerek zıplamasını, o zarif parmaklarının hafifçe topu alarak göğe yükseltmesini seviyordu Yusuf. Sert smaçların oyuncusu değildi Nefha. O daha çok zarif hareketlerle sayıyı getiren pasların insanıydı. Hep öyle değil miydi zaten? Zarifti Nefha. Yumuşacıktı. Elleri, yanakları, saçları... Hani çok yaşlı teyzelerin buruş buruş tenlerinin dokunduğu yerde hissedilen bir pamuk gibilik olur ya, sanki yılların tüm yaşanmışlıkları zaman içinde çevrile, dövüle yumuşamış, tenine, ellerine akmıştır onun, Nefha'da öyleydi. Bir yerlerde binyılları heybesine atıp, gençlik pınarında yıkanmış ama pamuk teninden, bakışından bir şey kaybetmeden havada süzülüp Yusuf'un avucuna konmuştu sanki.
Bir arkadaşının, kız kardeşinin oyuncak bebeğini görmüştü bir keresinde. Bir de ona benzetiyordu mesela Nefha'yı. Güneş vurmuş bir bulut gibiydi Nefha. Pembeli beyazlı bir narinliği vardı onun. Her şeyin en güzeli, en tatlısıydı Nefha. O yanında olmadı mı eksik kalıyordu sanki. Bir de abisi tamamlardı onu böyle, ama son zamanlarda uzaklaşmıştı Zahir ondan. Anlamamaya başlamıştı Yusuf'u. Korkmasını anlamıyordu mesela, tamam fırtınada yine kardeşini saran o oluyordu ama diğer yandan da" Bunda korkulacak ne var, artık büyüdün Yusuf. " demeden de yapamıyordu işte. Bir de çok korkmuştu Nefha ondan nedense. Anlamıyordu bir türlü Yusuf. Yusuf'un bir tek bu sorusuna cevabı yoktu Nefha'nın. Bilmiyorum diyordu. Aslında tek o değildi artık. Bir de son aylarda Nefha'ya neler olduğu vardı ona anlatılmayan, onunla paylaşılmayan. Çok bozuluyor, üzülüyordu Yusuf. Çok..
Şimdiki gibi nazlı olduğu o günlerde ne olduğunu anlayamadıkça içi içini yiyordu Yusuf'un. Hepsi biliyordu, hatta... hatta Zahir bile... Ama Nefha en çok onun için önemliyken, kimse Yusuf'a açıklama yapmıyordu. Hasta olsa... Ayda bir hastalık mı olurdu? Hoş ilk birkaç ay öyle çok da düzenli değildi sanki Nefha'nın nazlı günleri. Ama karın ağrıları, o minicik güvercinlere benzeyen ayaklarının yazın bile buz kesmesi aynıydı hep. Üstelik yanına gelmesini de istemiyordu o zamanlarda. Bir de birkaç gün öncesinden üzüntülü, hüzünlü oluyordu Nefha. Gözlerine mahzun dalgalar vurdukça içi yanıyor, deva olamadıkça canı yanıyordu Yusuf' un. Artık hemen hemen hiç bahsetmediği o diğer Nefha'dan bahsetmeye başlıyordu yine. Rüyalarında gördüğünü söylüyordu onu. Zaten bir tek Yusuf biliyordu hala Nefha'yı gördüğünü. Başkasına söylemiyordu artık. Bu hayali hala görmesinin büyükleri rahatsız ettiğini fark ettiklerinden beri bu, ikisinin özel sırrı olmuştu. Neden bu kadar abarttıklarını anlamıyordu Yusuf zaten. Nefha'nın arada kendisi gibi davranmamasını kime ne zararı vardı ki, ayrıca, bale yapmak istemesinin sebebi de o rüyalar, hayaller değil miydi? Bir rüyasında beyazlar içinde görmüştü kendi suretindeki, ama o olmayan kızı. Heyecanla anlatmıştı Yusuf'a.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFHA
Teen FictionVarlığı inkâr edilemez olandı, yok sayılamayacak, gözden kaçırılmayacak olandı, Zahir. Adı gibi... Kırıp döktüğünün nefesinde üflendi ona sur borusu, Nefha... İsmi gibi... Kıyametiydi. Başlangıcıydı. Yaşamın bittiği yerdi. Tükenmez sevdalara yazı...