7 Kızıl Serap

3.3K 257 106
                                    

Karanlığın göbeğinde, ayaktaydı ve zifiri körlüğünün içinde sadece dörtnala koşan atın toynaklarının havayı döven o ritmik sesi vardı. Tek gerçekliğini oluşturan o ses, bedenini bir sarmal gibi sarıyor; kulaklarını, zihnini kendisinden başka bir şey kalmayana dek dolduruyordu. Neredeydi? Neden buradaydı? Bilmiyordu genç adam. Tek bildiği ona doğru koşan atı beklediğiydi. Binyıllardır beklemişti sanki. Ve şimdi, sonunda, bulmuştu onu. Karanlığın içinde... Başlangıcı, sonu olan bu sonsuz siyahın yüreğinde beklediği ona geliyordu sonunda. O hep beklemişti. Bıkmadan, usanmadan beklediğini biliyordu genç adam. Dününü, yarınını bilmediği bu yerde bile, gerçekliğe tutunan son ipiymişçesine biliyordu. Hep buradaydı o, karanlıkta, ayakta... Beklemişti. Sonsuzun tükendiği, zamanın dolduğu, başka bir ana, yeni bir başlangıca açılan bu eşikte, onu beklemişti.

Ve bekleyişin sonundaydı artık.

Bekledi, bekledi, hep yapageldiği gibi, sabırla. Karanlık usulca çekilmeye başlayarak, aydınlığı davet ettiğinde, gözbebeklerine vuran ilk ışık huzmesiyle birlikte, şaşkınlıkla irkildi genç adam. Hemen sonra, çılgınlığa sürükleyen bir heyecanla, sesin kaynağını aramaya başladı gözleri. İlk önce bulutlar çaldı belirmeye başlayan kızıldan. Parlak, ışıklı maviyi ararken, tondan tona, renkten renge dolandı durdu gökyüzü. Avare bir gezgin gibi. Sonunda güneş parlak bir alatop gibi bulutların arasında kendisini göstermeye başladığında, gördü onu.

Ufku boylu boyunca kat eden dağ sırasının arasından nazlanarak süzülen güneşin içinde, ufacık, karanlık bir noktaydı ilk başta. Işık göğü sardıkça büyüyen, her geçen an biraz daha atlı ve binicisinin silüetine giyinen noktayı izlemeye başladı büyülenmişçesine. Vuslattı bu. Başka ne olabilirdi ki zaten? Hep beklenenin, geldiği, belirsizliğin bir şekle giyindiği ana ulanacak başka hangi kelime böylesine güzel anlatabilirdi yaşanan zamanı?

Yaklaştıkça belirginleşiyordu at ve binicisi. Ve Zahir, onun varışını kolaylaştıracak bir tek adım dahi atamadan, sonsuzun bitişini müjdeleyen bir anıt heykel gibi bekliyordu olduğu yerde. Gizemli kadınsa durmuyor, bomboş düzlükte, sonsuz bir hızla, simsiyah atını sürmeye devam ediyordu. Zahir nasıl beklemekse, kadında devinimin ta kendisiydi adeta. Her adımda biraz daha yaklaşarak geliyor, geliyordu. Ve Zahir sadece izleyebiliyordu.

Kadının saçları, bir pelerin ardı sıra gibi uçuşurken, her bir tutamı, doğan günün içine kıvılcımlarını salıveriyor, günü en başından resmediyordu. Kızıldı gün, kadının saçları kadar, ardında bıraktığı ateşten iz kadar kızıldı. Ya da... Dünya, kadının alev alev yanan siluetinden ibaretti en başından beri. Bilmiyordu genç adam. Düşünemiyordu artık. İzlemek, beklemekten başka bir şey yazılı değildi kaderine.

Göğü ateşe veren kızıl, günün ışığında seyreldiğinde, "Bal rengi..."diye düşündü Zahir. Yaklaştıkça yalımları daha gerilere uzayıp, arkasında bıraktığı alanı doldurdukça beklemek denen o sonsuz şiire eklendi her saniye, satır satır. Bir kâseden akan bal gibiydi geride uzayıp giden tutamlar. Kızıl bir pençe, saçlarının içine yol yol izini bırakmıştı ve kendi renklerinden dalgalı, hırçın bir denize boyuyordu geride bıraktığı dünyayı.

Arada sadece birkaç metre kaldığında, apaçık gördü onu. Kadın, masmavi, elektrikli bir çift gözden ibaretti şimdi. Hep tanımış olduğu, yine de ilk kez karşılaştığı o mavi gözler...

"Nefha..." diye fısıldadı ismine susuz kalmış dudakları.

Sonunda bir engeli aşar gibi tam üzerinde yükseldiklerinde, çatlamış dudaklarından kana bulanan bir çığlık koptu. Kolunu gözlerinin üzerine kaldırdı. Hızla eğilerek, korumaya çalıştı kendisini. Nefes alamıyordu artık, soğuk suyun içinde gittikçe batıyor, mavi derinliklerin içinde dengesini sağlamak için delice çabalıyordu. Sağı, solu yoktu, yönünü bulamıyor, gittikçe artan paniğinin içinde dönüyor, dönüyordu. O kadını bir kez daha görmeden ölmek istemiyordu. Bir kez daha gözlerine bakmadan, ona kavuşamadan, dudaklarını yüzyılların susuzluğuyla kavuran yokluğu gidermeden, bir kez olsun onun nefesiyle buluşamadan gitmek istemiyordu. Onun gerçek olduğunu kendisine ispat etmeden gitmek istemiyordu Zahir.

NEFHAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin