5.Bölüm "Yolun sonu mu?"

1.5K 250 57
                                    

Keyifli okumalar.❤❤❤

Bölüm Şarkısı: Adele / One and Only

Kıvanç beni gerçekten etkiliyordu. Yakışıklı, taş gibi bir erkekti. Ama her şeyden önce beni etkileyen yaşadıklarını anlatış biçimiydi. Kısacası hayallerimi canlandıran kısım. Sanki anlatmadı tekrar tekrar yaşadı, terk edildi, damgalandı, okuldan atıldı. Sesi kısılmıştı, kısılan sesi bağırıyordu 'utanıyorum' diye. Gözleri dolmuş, mini minnacık bir çocuktu karşımdaki. Hıçkırıklarına saklamıştı saflığını, bir an sarıp sarmalamak istedim gözyaşlarını, dokunmak istedim yüreğine. Benim yüreğimde de böyle yaralar var senin yaralarını annen açtı, benimkisini ise babam açmıştı diye. Şimdi ise ikisi de yoktu. Düşünmek kolay, eğer yapılabilseydi düşünülenler, yapamadım yapmadım. Ona acıdığımı sanmasın diye yerimde oturmaya devam ettim.

Elim yumruk şeklini almıştı sinirden, bir kez olsun daha insanlardan nefret ettiğimi beynime kazıdım. Kıvanç'ın annesi neden gitti? Ne yaşadı da bunlar oldu? Hiçbir fikrim yoktu. Fakat Kıvanç'ın yaşadıklarının değiştirilemeyeceğini biliyordum. Annesine fahişe kendisine piç denmesi, kimse hak etmezdi böyle bir şeyi. Dahası bunu yaşayan küçük, masum bir çocuk ise hiç hak etmez.

Ellerimi gözüme doğru götürdüm ve süzülen yaşlarımı elimin tersiyle sildim.

"Anam Kıvanç'ı alır dağlara kaçarım, sana nah yani. "

"Yavaş gel Max."

"Derin, ben bu çocuğun genlerine kurban olurum, çekil aramızdan. Söz bak seni nikah şahidim yapacağım."

"Maaaaaax! "

" Peki sustum."

Yeni tanıştığımızın farkındayım. Hani olur ya hiç beklemediğin bir anda biri çıkar karşına ve seni olduğun yerden alıp başka dünyalara götürür. Kalbinin göğüs kafesine çarpmasına neden olur. Ya da gözlerine bakmaya kıyamazsın, bir o kadar da soluksuz bakmak istersin ve sesinin tonuna aşık olursun. Şuan sadece ondan hoşlanıyor olabilirim, fakat sanki ileri ki zamanlarda bu söylediklerimi onunla beraber yaşayabilecekmişiz gibi geliyor.

Kıvanç koltuktan kalktı ve Murat Bey'in cebinden çıkardığı mendille gözyaşlarını sildi. Sonra da usulca yerine geçip oturdu. Sıra bana gelmişti, derin bir nefes aldım ve koltuğa doğru yöneldim.

"Benim hikayem de şöyle başladı "

* * 👣* * * *👣 * * * 👣* * * * 👣* * *

Her şeyi baştan sona kadar anlatmıştım. Neler yaşadığımı, ne yaptığımı, niye burada olduğumu. Babam hariç tabi. O kadar insan dürüstçe davranırken, benim bir şeyler saklamam tuhaf geliyordu. Ne yapabilirdim ki? Söylemenin, doğru olmadığını düşünüyordum.

Babamdan nefret ediyorum. Onu her ne kadar çok sevsem de, bana bu yaptıklarından dolayı nefret ediyordum.

Murat Bey'in bugünkü terapiyi bitirmesi ile herkes oturduğu yerden kalkıp sınıftan çıkmaya başladı. Hepimiz birbirimize yaşadıklarımızı anlatmıştık, tek ortak noktamız ise dışlanmışlıklarımız olmuştu.

Kimse kimseye bakmıyor veya bakamıyordu. Birimizin bile yüzünde gülümseme yoktu belki de. Yüzler donuk, mimiklerde ise tek bir oynama dahi yoktu. Derin düşünceler vardı herkesin yüzünde belli belirsiz. Dışarıya ilk çıkan tekerlekli sandalyesiyle Barış olmuştu, ikinci Giray, üçüncüsü de Kayra olmuştu. Geriye sadece Kıvanç ve ben kalmıştık derken, o da sandalyesinden aldığı sırt çantasını bir omzuna takarak çıkıp gitmişti. Ve bu koca sınıfta ben de başıboş ama her şeyden önemlisi yalnız kalmıştım; bu yüzden ben de çantamı sandalyenin üzerinden alıp sınıftan dışarıya doğru çıktım.

Boş hastane koridorları beni biraz olsun ürkütmüştü, bu küçüklükten kalma bir korkuydu aslında. Ne zaman yaramazlık yapsam, annem beni hastaneye götürüp iğne yaptırmakla tehdit ederdi. Bu yüzden, hastaneleri hiç sevmedim. Sahi, seven var mıydı ki?

Attığım adımlar kulağımda yankılanırken, karşımdaki kapıyı açarak dışarıya çıktım. Hava sıcaktı bu yüzden otoparkta beklemeye karar verdim. Beklemeyi seven biri değildim ama annemden hâlâ bir haber dahi yoktu. Cebimden telefonumu çıkarıp ekrana baktığımda ise kapalı olduğunu fark ettim. Arada sırada kendiliğinden kapanıyordu zaten. Açma tuşuna bastıktan 10 saniye sonra ekran açıldı ve bir mesaj göründü. Tahmin ettiğim gibi, annemden mesaj gelmişti.

"Derin benim acil bir işim çıktı, bu yüzden ofise gidiyorum akşam gelemeyeceğim. Anahtarın yerini biliyorsun ve seni seviyorum."

Ben de seni seviyorum anne, ama bu sana olan kızgınlığımı değiştirmeyecekti. İstemediğim halde beni buraya getirerek zorlayan oydu sonuçta. Ergen olduğumu kabul etmesem de o dönemdeydim. Kızmam çok normaldi değil mi? Bugün beni alamayacağına göre eve dolaşarak gitmemde de bir sakınca göremiyordum. Evimiz hastaneye çok uzak değildi, bu yüzden sahil yolundan yürümeyi tercih ettim. Havanın tadını çıkartarak yürüyecektim. Bu yüzden de karşıdan karşıya geçerek kaldırımdan yürümeye devam ettim.

Saçlarımı uçuşturacak kadar rüzgar vardı dışarıda. Köşede duran pamuk şekerciden bir pamuk şeker alıp, kayalıklarda oturmaya başladım.

Deniz, güneş ve biraz olsun rüzgar. Bu üçlüyü çok seviyordum. Deniz düşüncelerimi hayallerimle süslüyor ve sığınak oluyordu bana ve bu hayalperest bir kızın sığınağıydı. Hayal ama bir o kadarda gerçek görünüyordu. Pamuk şekerimi açtıktan sonra, biraz daha koparıp ağzıma götürdüm ve keyifle yemeye başladım. Bir yıldan uzun süredir yemediğim için, tadını unutmaya başlamıştım.

Düşüncelerime dalmışken, biraz dağılmış bir erkek sesi duydum. Kafamı çevirince de fark ettim ki bir değil, üç erkek vardı arkamda.

"Kırk yıllık kuruyemişçiyim ama böyle fıstık görmedim, hepsi senin mi güzelim?"

"Ne diyorsun sen ya?"

"Anana yazık olmuş diyorum, taş doğurmuş."

"Siktir git buradan şerefsiz, kızın yaşındayım lan ben senin!"

"Bana bak siktirlimiktirli konuşma alırım ayağımın altına görürsün." diyerek üzerime doğru yürümeye başladı ayı kılıklı adamlardan biri.

"Biraz daha yaklaşırsanız bağırırım." deyince de hep bir ağızdan gülmeye başladılar.

Korkmamış görünmeye çalışıyordum, ancak çalışma kısmında kaldığımdan; inanmadılar. Geri geri giderken dengemi kaybedip, hemen arkamdaki denizi boyladım.

Yüzme bilmiyordum, çırpınışlarım beni aşağı çekmekten başka bir işe yaramıyordu. Bağırdım, boğazıma kadar gelen suya inat, boğazımı yırtarcasına bağırdım. Su genzimi yakıp ciğerlerime ulaştı, kimse duymuyordu sesimi, belki de duymak istemiyordu. Hayallerime dalıyordum şimdi, onlara kulaç atıyordum beceriksizce. İnsanların iğrençliklerinden kurtuluyordum. Böylesi daha iyi değil miydi? Zaten yorulmuştum, gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu. Benim için yolun sonuydu.
Belki de, her şey bitmişti?

DIŞLANMIŞLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin