9. Bölüm "Yalnızım ben sadece Yalnız.."

941 154 42
                                    

Giray'ın Ağzından

Zaman kavramı nedir?

Peki ya, bu durum nasıl işler?

Emin olun şuanda hiçbir şey bilmiyorum...

Hayatım yokluktan ibaret ve zamanım ise sadece akıp gidiyordu. Soğuk ve rutubetli evimdeki gri kanepeme uzanmış tavanı izliyordum kendi kendime. Yalnızdım ben, sadece yalnız. Her zamanki gibi sadece ben vardım işte. Neden her zaman bu kadar yalnızdım ve neden hayatım boyunca kimse yoktu yanımda? Bir cevap bulmak için geçirdiğim günlerin, hepsi sonuçsuz çıkıyor ve hepsi beni daha da çok çıkmaza doğru sürüklüyordu.

Doğru ya ben geydim. Babam bizi terk etmiş ve annem ise evlendiğinde beni yanına almak yerine, evin masraflarını üstlenerek beni ardında bırakmıştı. Sırf fazlalık yapmayayım diye hayatında, beni bir un çuvalı misali bırakıp gitmişti işte. En çok da insanların önyargıları yüzünden yalnızdım. Önyargılar önümde bir duvar oluşturmuş, beni herkesten ayırmıştı. O duvar beni güneşin ardında bırakmış, görenler sadece bakıp geçmişti. Hayatımda ufacık bir sevgi sözcüğü duymuş muydum? Tabii ki de hayır. İkisi de buldukları ilk fırsatta beni terk edip, çekip gitmişti işte. Hiç gerçekten sevilmiş miydim ben? Duvarların karanlık tarafındaki tuhaf, kimsesiz, eşcinsel çocuktum ben. İnsanlar sadece acıyabilirdi bana. Hiçbir zaman gerçek sevgiyi hak edebilecek kadar 'normal' olamayacaktım belki de.

Canım yanıyor, ağlıyor ve hayata isyan ediyordum. Peki ya sonuç neydi? Hiçbir şey hiçbir zaman istediğim gibi olmuyordu. Aksine daha da kötü bir hâl alıyordu. Havalar yeni yeni ısınmaya başlamasına rağmen, evin içi halâ buz gibiydi. Hasta olmama ramak kalmışken, mutfağa giderek annemin bıraktığı çaydanlığa su doldurup ocağa koyarak kaynamasını bekledim. Ev soğuktu ama vücudum ve ruhum daha soğuktu. Sadece bekliyordum ölümü. Belki de aslında ölüm tek çareydi. Ölüm her zaman kötü değildi. İntihar da bu yüzden vardı ama ben bu seçimden vazgeçeli uzun zaman olmuştu. İnsanların beni anlamaya çalışmak yerine, kolaya kaçıp acıması, hatta bazılarının benden tiksinmesi gibi ben de kolaya kaçıp ölmeyecektim. Ben savaşmaya doğduğum an başlamıştım. Her gün yaşamla savaşıp yine ona yenik düşüyordum. Her yenilişimde beni yine kendine hapsediyordu ama öldürmüyordu.

Okyanus misali derindi duygularım. Büyük boşluklar vardı belki, ama derindi. Çırpındıkça daha da derine çeken düşüncelerim vardı benim. Yok oluş gibi sonsuz ve bir o kadar da gerçekti işte acılarım. Nefesimi kesen ama boğulmama dahi izin vermeyen, içine hapsedip her seferinde kayalarına toslatan, denizkızının büyüsünden, turuncu balığımın ürkekliğinden yoksun, dev dalgalı koca bir okyanusum vardı benim. Doğduğum gün adı konulan koca bir okyanusum.

Gözlerimi kısa bir süreliğine kapatıp dinlemeye çalıştım esen rüzgarın sesini. Sanki bir piyanonun farklı tuşlarına dokunup aynı sesi duymak gibiydi. Rüzgar hep farklı yerlere çarpıyor aynı notayı bahşediyordu. Sonra ağaç dallarının seslerini dinlemeye başladım. Yaprakların sallanmasını dinledim. Rüzgarla yere düşen yaprakları gördüm. Bir tanesi tam camımın önünden salınarak geçti ve bir hayat daha bitti o an. Bir nefes daha kendini bıraktı geceye.

Hayatım bunlardan ibaretti işte. Yalnızdım ben, sadece yalnız. Bazen tavanımı izler, bazen dışarıyı düşünürdüm sadece. Düşünmek insanların kendilerine en ağır mahkemeleri kurduğu, en ağır müebbetleri kestiği mahkemeydi. Sadece vicdanı olan insanlar düşünebilirdi bu yüzden. Kendi aklının kendine kurduğu cinayet planlarını kaldırabilecek insanlar düşünebilirdi.

Gözlerimi tekrar açtım ve üşüyen vücudumun üstüne bir hırka almak için odamın yolunu tuttum. Eski ahşap dolabımı açarak içinden uzun salaş bir hırka çıkardım ve üzerime giyip tekrar mutfağa doğru yöneldim. Ocakta bıraktığım çaydanlığın içindeki su çoktan kaynamaya başlamıştı bile. Bu yüzden de çekmeceden çıkardığım bir paket neskafeyi bardağa dökerek suyu doldurdum.

DIŞLANMIŞLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin