Karanlığın hâkim olduğu gecelerde, yıldızlar kayar ve hayatlar son bulurdu. Kimi zaman ise, yıldızlar kaysa da bazı hayatlar sımsıkı tutunur, yaşamak için savaşırdı. İki hafta geçmesine rağmen, biz hâlâ hastanede bekliyorduk. Uyanacaktı, bunu biliyordum. Hastane koridorlarında yavaş adımlar ile ilerleyip, otomata biraz bozuk para atıp, su ve kek aldım. Bütün gün hastanede olduğumdan karnım acıkmıştı ama yine de bir şeyler yemek için dışarıya çıkmak istemiyordum.
İçimde bir his vardı. Bir şey olacaktı ama ne? Bu yüzden buradan mümkün olduğunca uzağa gitmek istemiyordum. Derin'in annesi yarın işe gideceği için yanımızdan ayrılmış, Giray ve Barış'ı da Murat Bey zorlayarak eve götürmüştü. Geriye ise sadece ben ve Kıvanç kalmıştık. Her ne kadar ikimizde birbirimizin eve gitmesini istesek de, ikimizde bir an bile olsun yerimizden kıpırdamamıştık.
Usulca Kıvanç'ın olduğu yere doğru bakıp, koridordaki sandalyelerden birine oturdum.
"Hâlâ bir şeyler yemek istemediğine emin misin?"
"Evet." diyerek arkasını bile dönmeden Derin'e bakmaya devam etti.
"Böyle devam edersen, yorgunluktan ve açlıktan bayılacaksın."
"Bana bir şey olmaz, sen kendini düşün." dedi.
"Pekâlâ," deyip, aldığım kekin paketini açarak yavaşça ağzıma götürüp, küçük bir ısırık aldım. Neyin kibarlığıydı bu? Keki paketinden çıkarıp, hepsini birden ağzıma atarak çiğnemeye çalıştım. İşte bu be kızım... Acıkmıştım ve kibarlığın zamanı değildi. Bu yüzden aldırış etmeden zorla ağzıma tıktığım keki çiğnemeye devam ettim.
"Su ister misin?"
"Ne?" diyen Kıvanç yavaşça bana doğru dönerken, suratımı görünce istemsizce kahkaha attı. "Bu halin ne?"
"Biraz acıkmıştım da," diyerek gülmeye çalıştım.
"Belli." diyen Kıvanç, "Ağzından başka her yerin yemiş," diyerek yanıma doğru ilerleyip oturdu. "Sanırım bende acıktım."
"Sana demiştim demek istemiyorum ama demiştim." deyip "Neyli yemek istersin?" diye sordum.
"Meyveli varsa iyi olur."
"Tamamdır." deyip ilerlerken, gecenin uzun olduğunu fark edip, "Peki ya kahve?" diye sordum.
"İki şekerli." diyerek ellerini birleştiren Kıvanç'a, "Bekle," deyip yürümeye devam ettim. Bu iyiye işaretti.
Neredeyse iki gündür burada kalmasına rağmen, boğazından sadece sudan ve bir adet poğaçadan başka bir şey geçmemişti. Zaten Derin komadaydı, birde Kıvanç'ın bayılması iyi olmazdı. Bu yüzden tekrar hızlıca otomata doğru ilerleyip, içinde olan hemen hemen her şeyden almaya çalıştım.
İki meyveli, iki muzlu, iki çikolatalı kek, iki tane Oreo, iki tane susamlı kraker ve iki tane su. "Hepsi tamam." diyerek, elime almaya çalıştığım abur cuburların sığmadığını fark ederek, "Siktir," dedim. Ne yapabilirdim? Dikkatli bir şekilde düşünürken, üstümdeki hırkayı hatırlayıp çıkarttım. Önce hırkayı elimde bir bohça misali tuttum ve sonrada içine aldıklarımı doldurmaya başladım. Hepsi tastamamdı. Bu yüzden geriye doğru ilerlerken, kahveleri unuttuğum aklıma geldi. Fakat yapacak bir şey yoktu. Önce bunları bırakmalıyım diyerek tekrar boş koridorlarda ilerlemeye başladım.
Gölgem bir yaratık misali koridorda ilerlerken, hırkama bir kez daha baktım. Bu hırkayı Derin ile beraber almıştık. Siyah, oldukça uzun, salaş bir hırkaydı. Üzerinde ise beyaz yazılar ile BAD yazıyordu. O günü hatırlarken, yine tebessüm ettim. Uyandığında bu günü onunla bir kez daha yaşamak istiyordum. Fakat bu sefer, çok daha fazla anımız olacaktı...
![](https://img.wattpad.com/cover/64538925-288-k748159.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DIŞLANMIŞLAR
Ficção AdolescenteHer birimiz toplumda dışlanmış kişileriz. Kimimiz dış görünüşü yüzünden, kimimiz ise hareketlerinden ötürü. Hatta bazılarımız sesinden dolayı. Davranışlarımız ve tavırlarımız sizce de dışlanılmaya hak gösteriyor mu? Gerçekten toplumdan soyutlanılmay...