DÜZENLENDİ!
Arkadaşlar yine uzun bir aradan sonra yeni bölümle geldim. Bu bölüm Ömer'in karakterini işlediğim bir bölüm oldu. Bir daha ki bölümde de adaletini okuyacaksınız. İyi okumalar :)
***
Ömer'in son ziyaretinin üzerinden bir hafta geçmişti. Bu süre zarfında Leyla, Ali ile Nergis Hanımla oldukça kaynaşmıştı. Leyla'nın huzurlu ve samimi bir aile hayali, gerçek olmuştu. Yaşadığı hayattan kurtulduğu zamanları hayal ederken bile, yalnız kalacağı için ayrı bir tedirgin oluyordu. Ama şimdi oldukça iyi ve temiz insanlarla bir aile olmuştu ve bunun mimarı Ömer'di. Leyla, Ömer'in kendisine verdiği bu mükemmel hayatın karşısında, canını istese verecekti. Çünkü yaşadıkları oldukça özel şeylerdi.
Kahvaltı sonrasında, Nergis Hanımla kahve keyfi yapıyordu Leyla.
"Nergis Anne, neden Ömer sana bu şekilde hitap ediyor?" Nergis Hanım, gülümsedi. "Çünkü onu ben büyüttüm."
"Yaa... Dadısı mıydın?"
"Evet. Yani ben ve rahmetli eşim, Hanife Hanım ile rahmetli eşi Aziz Bey'in yanında çalışmaya başladığımızda, çok gençtik. Hanife Hanımın ilk çocuğu olan Sedef'im dünyaya geldikten sonra, benim sadece onunla ilgilenmem istendi. Sedef'ten 3 yıl sonra da Ömer doğdu. İkisini de ben büyüttüm."
"Ne güzel... O da annesi gibi seviyor, bu çok belli. Sende onu oğlundan ayırt etmiyorsun. Hatta sanki bir tık fazla düşkünsün."
"Ömer'imi severim. Evet, yeri gelir Ali'den daha çok değer veririm. Çünkü oğlumun bugünkü halini, ona borçluyum."
"Nasıl yani?"
"Boş ver kızım. Uzun hikaye, sıkılırsın."
"Lütfen, burada bütün gün oturmaktan canım daha çok sıkılıyor. Eğer sizin için bir sakıncası yoksa, dinlemek isterim."
Leyla'nın ısrarına dayanamadı Nergis Hanım.
"Peki... Biz onlarla çalışmaya başladığımızda, yeni evliydik. Aziz Bey, eşimin memleketlisiydi ve biz eşimle kaçarak evlenmiştik. Bir nevi koruma altına aldılar bizi... Ömer'imin huyu babasına çok benzer. Aziz Bey çok merhametli, sabırlı ama bir o kadar da gözünü budaktan sakınmayan bir adamdı. Ailelerimiz, bizi onun sayesinde affetti. Sonrada orada çalışmaya başladık. Önce Sedef'im, sonra da Ömer'im doğdu. Bizim çocuğumuz olmuyordu, ben de ikisiyle avunuyordum. Tedavi olmayı çok istedim ama paramız yetmiyordu. Bir gün Hanife Hanım yanıma geldi ve benimle bu konuyu konuştu. Onların sayesinde tedavi oldum. Ömer o zaman yedi yaşındaydı. Üç sene sonra da Ali doğdu. O kadar çok sevindik ki, Ali'mi büyük bir sevgiyle büyüttük. Neredeyse evin oğlu gibi büyüdü. Ne istediyse alındı, ne istediyse yapıldı."
Nergis Hanım, kısa bir soluklandı.
"Aziz Bey, akşamları eve geldiğinde kendi çocuklarına ne getirse, Ali'ye de getirirdi. Ali'm küçüklüğünden beri hep haylazdı ve büyüdükçe bu daha da kötü oldu. Liseye kadar Aziz Bey'in zoruyla okudu ama sonra okumak istemedi. Babasının ölümünden sonra onu hiç zapt edemedim. Başını belaya sokardı, Ömer'le Aziz Bey koşardı. Gözaltına bile alındı ama yine Aziz Bey kurtardı. Yani küçük yaşına rağmen içkisi, kumarı ne deseydin vardı. Çok çektim elinden..."
Leyla, pür dikkat dinliyordu. Nergis Hanım ise kahvesinden bir yudum daha alıp, devam etti.
"Ömer 28 yaşındaydı, Aziz Bey'i kaybettik. Zaten şirkette çalışıyordu ama ondan sonra hem ailesinin hem de bizim yükümüzü sırtlandı. Şirketin başına geçti ve işini hakkıyla yaptı. Ne ablasına ne de annesine babasının yokluğunu aratmadı. Ve tabi Ali'ye de göz kulak olmayı bırakmadı. Hep onun peşini topladı, tarifi olmayan bir sabırla... Ali 18 yaşındayken, olanlar oldu. Bir akrabamız öldüğü için ben, Sedef ve Hanife Hanım cenazeye gittik. O sırada Ali bir hizmetçi kıza takılıyordu. Tabi kız buna yüz vermiyordu. Bizim ki haylazın teki, ne yapsın kız... Aslında bende ümitliydim, severse değişir diye ama nerede... Oğlanın derdi kızı yatağa atmakmış."
Nergis Hanım, derin bir nefes savurdu.
"Neyse... İşte biz memleketteyken, bu kıza iyice sarmış ve bir gece çok içince kıza sarkıntılık etmiş. Ömer'de işten geliyormuş ve kızın çığlıklarını duymuş. Koşup yanlarına yetiştiğinde, gördüğü manzara karşısında çıldırmış. Önce kızı elinden kurtarmış sonra da Ali'ye temiz bir dayak atmış. Ali, o dayaktan sonra bir hafta hastanelik oldu. Ben döndüğümde, oğlumu tanıyamadım, o derece..."
Leyla, şaşkınca Nergis Hanım'ı dinliyordu. Oğlunu döven bir adama nasıl kızmamıştı ki?
"Ömer'e Ali'yi dövdü diye kızmadın mı?"
"Ne kızması kızım? Delirdin mi? İyi ki ben yoktum, yoksa alnının çatısından vururdum!"
"Peki, sonra nasıl düzeldi Ali?"
"Hani çok eski bir Atasözü vardır ya; Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir... İşte Ali'de iyileştikçe 'Ben ne yaptım anne?' diye hayıflanmaya başladı. 'Ömer abimin yüzüne nasıl bakacağım. O bana hep iyilik yaparken, ben namussuzluk yaptım' diye pişmanlıkla söylendi durdu. Sonra hastaneden çıkacağı gün, ben korkuyordum Ömer onu eve istemez diye..."
"Niye hiç Ömer'le konuşmadınız mı? Hiç ziyarete gelmedi mi?"
"Ben bir hafta oğlumun yanında kaldım, Ömer'de hiç gelmedi. Çıktığımız gün aradım onu... 'Ömer oğlum, Ali bugün çıkıyor ne yapayım? Onu da alıp, memlekete mi gideyim?' diye sordum. Allah biliyor ya, hiç istemiyordum gitmek. Ama Ömer'de Allah razı olsun şaşırtmadı beni. 'Duymamış olayım Nergis Anne, o haylazı da al eve dön' dedi, dünyalar benim oldu. Eve döndüğümüz de, Ali Ömer'e çok yalvardı affetsin diye. Ömer'de 'artık düzelirsen ve okulunu okursan affederim' dedi. Sonra Ali üniversiteyi kazandı ve Beden Eğitimi okudu. Ömer'de onu dövüş kurslarına gönderdi ve bugünkü Ali yetişti. Şimdi Ömer, Ziya oğlumdan sonra Ali'den canını istese, düşünmeden verir."
"Ziya kim?"
"Ömer'in sağ kolu... Neredeyse gölgesi..."
"Anladım. Ama neden o kadar adamı var ki? Mafya mı bu adam?"
"Yok, mafya demeyelim de, biraz haksızlığa gelemiyor. Haksızlık olan her şeye burnunu sokunca, düşmanları çok oluyor nihayetinde. E bir de şirket ihaleleri falan, haliyle adamlarına ihtiyacı var."
"Korkmuyor musun Ali'ye bir şey olur diye?"
"Tabi ki korkuyorum. Ama Ömer'in de Ali'den bir farkı yok. Yani Ömer yüzünden olur diye değil, ikisine bir şey olur diye korkuyorum."
"Sonra o kıza ne oldu?"
"Ömer, onu Ali çıkmadan önce çok iyi tanıdığı bir ailenin yanına işe vermiş. O saatten sonra evde kalamazdı zaten." Leyla, kendi kendine söylendi. "Demek Ömer uğruna Ali'de canından geçebilirmiş."
Nergis Hanım, Leyla'nın demek istediği şeyi anlamıştı.
"Sadece siz değil, Ömer'in yanında ki herkes bu uğurda canını vermeyi göze alabildiği için onun yanında."
"Nergis Anne, benim sana bir sorum var. Sen biraz önce kendi öz evladını, bir kız için alnının çatısından vururum mu dedin?"
"Yani o mecazi anlamda ama Ömer'den beter yapardım, orası kesin." Sonra kendi kendine söylendi Nergis Hanım. "Senin ne hakkın var içip içip masum bir kıza saldırmaya. Hala aklıma geldikçe deliriyorum!"
Leyla, tutamadığı gözyaşlarıyla Nergis Hanımın ellerini öptü. Nergis Hanım ise şaşırmıştı Leyla'nın bu haline.
"Ne oldu kuzum?"
"Hiç... Annemi düşündüm. Sen de annesin ve maalesef o da anne..."
"Niye böyle dedin kuzum? Her anne evladının iyiliğini ister."
"Evet, haklısın. O da istedi ama benim değil, kendi iyiliğini... Kendinden 10 yaş genç sevgilisinin, onu bırakma korkusuyla bana 16 yaşımda zorla sahip olmasına ses çıkarmadı. Sonra da beni suçlu bulup, sokağa attı."
Nergis Hanım, hiçbir şey diyemedi. Sadece sarıldı Leyla'ya... Böyle bir durum karşısında ne yapabilirdi ki? Sadece sarıldı ve gözlerini kapatıp, ne kadar küfür varsa sıraladı anne müsvettesine.
----------
Mertoğlu Holding:
Ömer, deyimi yerindeyse, resmen sinirden kudurmuştu...
----------
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşk'ı kıyamet
Ficção GeralÜnlü bir iş adamı ve bir hayat kadını... Olacak şey miydi? Yolları kesiştiğinden beri biliyordu olmayacağını Leyla... Bunu en başından söylemişti ona Ömer ama gönül Ferman dinler miydi? Dinlemedi! Kıyamet gününün geleceğini bile bile yaşayan her...