1.BÖLÜM-KABUN GEZEGENİ

160 12 10
                                    

1.BÖLÜM

KABUN GEZEGENİ-15 bin+..... yıl ÖNCE

Tahta merdiveni duvara doğru dayayıp sarsaladı. Uzun zamandır kullanmadığı için sağlamlığından emin değildi. Bu ücra yerde düşüp bir tarafını kırarsa ancak aylar sonra bulunabileceğini düşündü. Alet çantasını omzuna asarak dikkatli bir şekilde basamakları tırmandı. Bedenini zorlukla çatıya çekip soluklanmak için bir süre oturdu. Kollarını havaya doğru kaldırıp "hey" diye bağırdı. "hey gençlik! Hiç haber vermeden nerelere saklandın?"

Cebinden çıkarttığı su şişesini ağzına doğru götürüp kana kana içti. Diğer cebinden çıkarttığı ip yumağını sararak yavaş yavaş çekti. Duvarlara vura vura gelen yağlı kağıt tomarını çatının su akıtan bölümüne atıp doğruldu. Başını kaldırır kaldırmaz garip parıltıyı fark etti. İri gözlerini kırpıştırarak gökyüzünden hızla yaklaşan ışığı takip etti. Önce bir kuyruklu yıldızın geçip gittiğini düşünse de hayretle; o parlak cismin uzaklaşacağına denizin üzerine doğru yaklaştığını gördü.

Yaşlı adam, köyden oldukça uzak, masmavi okyanusu ve ormanları seyredebileceği yüksek bir tepe üzerine, elleriyle yaptığı kulübede yaşıyordu. Hiç evlenmemiş, doğayı ailesi olarak kabul etmişti. İhtiyaçlarını temin etmek için yakalayıp ipe dizdiği balıklarını sırtına atıp köye indiğinde, tanıdıkları çevresine doluşur balıklar için pazarlık ederken bir taraftan da yalnız yaşamasının yaratacağı sorunlardan bahsederlerdi. Taviz vermez suratını görünce de, hiç olmazsa havalar soğuduğunda köydeki baba evine dönmesi için telkinde bulunurlardı ama o sadece homurdanır cevap bile verme gereği duymadan barakasına dönerdi.

Son yıllarda; aynı şeyleri duymaktan bıktığı için elini kulağına götürüyor olanca gücüyle "ne, ne diyorsunuz" diye bağırıyor konuşmaya niyetleri olanları; yaşlılığın getirmiş olabileceği arazları kullanarak susturuyordu. Komşularıyla arasına duvarlar örmesinin, sert ve geçimsiz biri gibi görünmesinin tek nedeni özgürlüğüne olan aşırı düşkünlüğüydü. "Dostluk dediğin" derdi, elini verdiğinde kolunu kurtaramadığın bir ilişkiler yumağıdır."

Gururlu ve korkusuzdu. Hava birazcık serinlediğinde herkesin kaçtığı deniz, yaşam nedeniydi. Gönlü ne zaman çekse; karanlığa, aydınlığa hiç aldırmadan serin sulara bedenini atar saatlerce yüzerdi. Suyla bir bütün olduğunda solungaçları olduğunu hayal eder, ciğerlerindeki havanın bitmesine öfkelenir bir hışımla kendini yukarı doğru fırlatırdı. Şimdide bu manasız nesnenin ne olduğunu anlayabilmek için gökyüzüne doğru fırlayabilmeyi istiyordu.

Elini kaşının üzerine koyup dikkatle pembe bulutları incelemeye başladı. "Geçip gider nasıl olsa" diye düşündüğü cisim, bulutların arasından çıkmış, gitgide yaklaşarak bin metre kadar uzağındaki ormanın içinde gözden kayboluvermişti.

Yaşlı adam; merdivenleri inip toprağın üzerinde duran balıkçı yaka, mavi el örgüsü kazağını aldı, çabucak sırtına geçirip çevik adımlarla tek odadan oluşan evine girdi. Kendi el emeği ile özenerek yaptığı dört kolonlu yatağın; dört sandalyenin etrafında durduğu masanın ve şöminemsi ocağın çevresini gözleriyle araştırdı. Nereye koyduğu aklına gelivermişti. Gülümsedi. Kalın demir boruyu kapının arkasından aldı, kırılacak kafalar olabilirdi.

Toprak rengi pantolonun paçalarını topladı, uzun konçlu çizmelerini ayağına geçirdi. Kapıdan çıkarken duvarda asılı, sırları dökülmüş aynada kendini gördü. Haftalardır; sadece deniz suyuyla yıkanan tarak görmemiş saçlarının yanında, aslan yelesi bile kuaförden çıkmış gibi görünebilirdi. Konsolun üzerinde duran fırçayı aldı, uzun gri saçlarını özensizce tarayıp minik bir lastikle ensesinde topladı. Karşılaşacağı bir canlı varsa; önüne dikildiğinde korkmasını istemiyordu. Bir kez daha kendine baktı. Yanaklarını, çenesini sıvazladı. Sabah tıraş olmadığı için kendi kendine kızdı ama yapacak bir şey yoktu. Hazırdı.

Her gün; daha fazlasını yürüdüğü için hiç yorulmadan ormanın kıyısına geldiğinde, açıklıkta duran yuvarlak bir şapkaya benzeyen kocaman cismi gördü. O kadar büyüktü ki kasabada bile böyle bir yapıya rastlamadığını düşündü. Gizlenmeye gerek duymadan yaklaştı. Elindeki boruya dayanarak incelemeye başladı. Cismin üzerinde kapı yada pencere benzeri bir şey yoktu.

Araç, İnerken yerden kalkan yoğun toprak tabakası, yavaş yavaş yere çöküyor görüntü daha da netleşiyordu. O an adamı gördü. Kendisi yurttaşlarına göre uzun sayılırken bu adam neredeyse iki katıydı. Garip giyinmişti. Hayvan giysisinin iç tarafından yapılmış uzun ceketi rüzgarda uçuşuyordu.

Koyu sarı, dasdaracık pantolonu ve gömleği aynı kumaştandı. Kalın kemerinin tokası, yumruğu büyüklüğünde, anlamadığı kabartma bir amblemle süslenmişti. Geniş göğsü üzerindeki altın rengi küçük bröveler asker olabileceği düşüncesini oluşturuyordu.

En fazla dikkatini; başının üzerindeki, dalgalı, omuzlarına dökülen, güneş ışığı rengindeki saçları çekti. Kendi gezegeninde, nadir de olsa bu renkten daha koyuca saçlarla doğan çocuklara bile acınır, DNA larında bir bozukluk olduğu düşünülürdü.

Dev adam döndü. Gözünün üzerine tuttuğu değişik bir aletle çevresini incelediği belli oluyordu. Yaşlı adamı görünce, duruşunu hiç değiştirmeden, iri gözlü, taraz taraz saçlı, minik burunlu ve ağızlı yaşlı adama bakmaya devam etti. Tehlikesiz olduğuna karar verince gülümsedi, aleti katlayıp cebine yerleştirdi ve ellerini göğsünün üzerinde birleştirerek eğildi.

Yaşlı adam da şaşkındı. Kendi kendine "bu kabunun her uzvu çok gelişmiş ama en gerekli organı küçültülmüşte küçültülmüş" diye düşündü. Gülümseyerek deve doğru yürürken elini kaldırmış "hoş geldin, hoş geldin" diye bağırıyordu.

Dev; kaşlarını çatarak söylenenleri anlamaya çalıştı sonra kendi aptallığına söylenir gibi başına hafifçe vurup kolundaki çeviricinin düğmesine bastı. Yaşlı adamın, "o küçücük gözlerle nasıl görebiliyorsun" diyen sesi kulaklarına ulaştı. Dev bir kahkaha attı.

"Ya sen! O kocaman gözlerle görmek istemediğin şeyleri de görerek rahatsız olmuyor musun? Ayrıca itiraf etmeliyim ki benim geldiğim yerde eşeklerin gözleri çok beğenilir."

"O kişileri tanımıyorum dostum. İltifat mı ediyorsun hakaret mi bilmem de seninki gibi olmasındansa böyle olmasını tercih ederim."

Her ikisinin de örfleri ve adetleri farklıydı. Karşı karşıya geldiklerinde ne yapacaklarını bilemeden sadece birbirlerine bakıp başlarını salladılar. Gelen farkındaydı ama yaşlı adam; bilgece bir kavrayışla gelenin kendi gezegeninden olmadığını algılayıvermişti. "Ben ev sahibi sayılırım" dedi;

"Arzu edersen sana yiyecek veya içecek bir şeyler ikram edebilirim."

Parmağını uzatıp tepenin üzerindeki evini gösterdi.

"Orada bana neden buraya geldiğini anlatırsın hııı? Ne diyorsun?"

Devin gözlerini kısarak dikkatle kulübesini incelediğini görünce; "Merak etme" dedi.

"İçerisi düşündüğünden daha geniş ve yüksektir. Her merdivene tırmanıp çatıya çıktığımda neden böyle yaptığımı düşünür dururdum. Meğerse sen gelecekmişsin."

İki yeni arkadaş, birbirlerine baktılar, yaşam denilen düzenin, hayatlarına hediye ettiği tuhaf tesadüfleri düşünerek gülümsediler.

Ormandan geçerken yaşlı adam elindeki boru ile ağaç dallarını, çalıları iterek yol açıyordu.

"Senin anatomik yapını bilmiyorum ama bizim gezegenimizde renkli göğümüzün altında yetişen her nebat zehirlidir. Yanlış anlama toprağımız değil sadece bitkiler. Dokunduğumuz an her tarafımız kabarır. Meyvelerinden yemekse öteki tarafa davetiye çıkarmaktır."

Dev; önündeki dalın üzerinde, iştah açıcı bir şekilde sallanan meyveye uzanacakken son anda elini çekti.

"İyi ki buradasın dostum. Çünkü öyle güzel görünüyorlar ki mutlaka koparıp yerdim."

Yaşlı adam gülerek elindeki boruyla ağaca vurdu.

"Onlarında sırrı bu. Karşıdan çok güzel bir kadın gibi yürek hoplatıcı ama sonrasında yaşlı bir gudubet gibi öldürücü. Ee! Kimsin nereden geliyorsun?"

OY VE YORUMLARINIZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM:)))))))))SEVGİYLE KALIN:)))))))))))))))))

HU-DE-DİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin