32.BÖLÜM-EN KONFORLU YOLCULUK

10 0 0
                                    

32.BÖLÜM

EN KONFORLU YOLCULUK

Sonunda başardılar. Bu başarıyı birazda Di ve Çey'in komutlarını en basite indirgeyerek vermelerine borçluydular. Günler sonra algı bütünlüğünü oluşturabildiklerine karar verince beş kabun ve iki robot, yanlarına tüm yiyeceklerini ve gerekli araçlarını alıp, bir gece yarısı çöle doğru yola çıktı. Kocaman iki metal devle merak uyandırmamak ve tepki çekmemek için gündüzleri saklanıyor geceleri yürüyorlardı. Anne ve Çey, bir süre sonra normalden daha sık dinlenme molası istemeye başlamışlardı. Yol uzundu ve enerjilerini arttırabilecek yeterli yiyeceğe sahip değillerdi.

"Yorulduğunu biliyorum tatlım ama bu şekilde gidersek altı ay sonra çöle ancak varabiliriz. Sana eve dön derdim ama Çey'de aynı durumda. Açıkçası ne yapacağımızı bilemiyorum. Çey'in içinde ne olduğunu bilemediğimiz sihirli çantasında bile buna çözüm olabilecek bir şey yoktur."

Yola çıktıklarından beri en olmadık zamanlarda o çantadan sürpriz bir şeyler çıkmasına alışmışlardı. Özellikle kağıt mendiller, küçük su şişeleri ve minik meyveli şekerler bir türlü bitmek bilmiyordu.

Çey şaşkınlıkla Hu'ya baktı. Kendisini uyaran cümleyi bulabilmek için tüm söylediklerini tekrar hafızasından geçirdikten sonra kahkahalarla gülmeye başladı. Elini alnına vurdu ve "aptal kafam" diye bağırarak, çantasından iki kangal kalın naylon ip çıkarttı. Diğerlerinin şaşkın bakışları arasında robotların dirseklerine çiftli olarak bağladı. Tam ortasına; omzunda taşıdığı, mola verdiklerinde yere serip oturduğu ince halıyı dolayıp ipleri gererek ortasında bir boşluk oluşturdu.

"İşte huzurlarınızda benim bebeklik salıncağım!"

Anneyi, yoktan var ettiği hamağa, reverans yaparak gösterişli bir biçimde davet ederken Hu, korku ile iplerin önüne geçip kollarını kaldırmıştı;

"Hop hop! Durun bakalım!"

Kaşlarını çatarak Çey'e baktı.

"Sen benim annemin kaç kilo olduğunu biliyor musun? Ya bu yaşta, üstüne üstlük böyle bir yerde düşerde bir de bacağını, kolunu kırarsa ne yaparız?"

"Endişe etme genç adam."

Çey, bütün gücüyle robotlara bağladığı ipleri çekiştiriyordu sonra da pat diye kendini salıncağın içine attı.

"İnan bana bu halı ve ipler beşimizi bile kaldırabilir. Sadece yerimiz o kadar geniş değil. Ama seni rahatlatacaksa robotlar hamağı annenin istediğinde yere basabileceği yükseklikte taşırlar. Her halde buna da itiraz edemezsin."

Önce üç genç kendileri oturup test ettikten sonra Anne ve Çey'in binmesini onayladılar ancak yine de bir süre tedbir amaçlı dip dibe yürümekten de kendilerini alamadılar. Artık Di, bile geceleri; erkeklere "kadın işte yoruluverdi" dedirtmemek için dayanabildiği kadar dayanıyor ama diğerlerinden gelen en küçük bir öneriyi bile kaçırmadan aralarına oturarak dinleniyordu. Böyle zamanlarda Çey, aldığı iltifatlardan ve öpücüklerden mest oluyordu.

Hu veya De'nin hatta Di'nin yürüyerek iki günde gelebileceği çölü; beşinci günün şafağında gördüler. Atmosfer dalda dalga değişiyordu yine de sıcak fazlası ile hissedildiğinden on beş kilometre ye kadar hiçbir canlı buralarda yaşamayı göze alamıyorlardı. Çekincesizce donanımlarını robotların sırtlarından indirip hemen çalışmaya başladılar. İlk düşünceleri uzun bir renkli "kubbe-tünelle" merkeze doğru ilerleyip büyük kubbeleri orada inşa etmekti.

İlk minik beyaz kubbeyi deneme amaçlı, on'a on metre karelik bir alana yapmaya karar verdiler. Di bunu özellikle istemişti çünkü kısa bir süre sonra zaten lokma lokma tükettikleri nevaleleri bitecekti. Bir an önce katkı yapacak yiyeceklere ihtiyaçları vardı. Bu zihinleri rahatlatan ve gerçeklerden uzaklaştıran bir yaklaşımdı. Gerçekte ise yürekleri endişe ile sıkışıyor, mideleri tüm safrayı sanki ağızlarına doğru pompalayıp duruyordu çünkü bu küçücük kubbe geleceklerini çizecekti.

Beş yoldaş; sıcaktan mümkün olduğu kadar kaçarak, ellerinde kumandaları ile yapılanları seyrederken, Robotlar; verilen talimatları ağır ağır ama güvenli bir şekilde yerine getiriyorlardı. İlk kubbenin parçalarını oluşturup birleştirdiler. Sebzelerini, meyvelerini yetiştirecekleri, açlıklarına son verecek beyaz kubbe hazırdı. Bu dakikadan itibaren ya düşlerine elveda diyerek evlerine dönecekler yada gezegenlerinin geleceğini kurtaracaklardı.

Robotların ağır ağır kendilerine doğru yaklaşmalarını seyrettiler. Di elleri titreyerek kocaman demir avuçlara değerli tohumlarını dökerken elleri titriyordu. Mesafe çok uzaktı ve net olarak göremiyorlardı. Doğruyu yapmalarının dilemekten başka yapabilecekleri bir şey yoktu. Çey; yol boyunca defalarca yaptığı gibi yine elini çantasına atınca meraklı bakışlar üzerine döndü. Parmaklarının ucunda bu kez minik bir dürbün vardı. Gözlerinin üzerine yerleştirip elini kaldırdı ve emir verir gibi "rahatlayın" diye bağırdı; istediğimiz gibi, kubbe içindeki kuma, tek tek gömüyorlar. Sessizçe geçen on dakikadan sonra Çey'in sesi tekrar duyuldu. Bitti! Hepsini gömdüler. Şimdi de Di'nin değerli sıvı gübresini her bir tohuma birer damla olarak döküyorlar.

Yumruğunu havaya kaldırıp "başardık gençler! Başardık!" diye bağırırken umulmadık bir çeviklikle dans etmeye başlamıştı. Hu ve De de ona ayak uydurarak birbirlerinin omuzlarını tutmuş zıplayamaya başlamışlardı. Artık ya tohumlar kuruyup kavrulacak ya da terlemeyle oluşan suyla kavuşacak yeşerip büyüyeceklerdi. Sanki bir mucize olacak, bitkiler bir anda tüm çölü sarıverecekti. Gözlerinden uyku akmasına rağmen kimse başını kubbeden alamıyor, saçma sapan sohbetlerle vakti geçirmeye çalışıyorlardı. Mantıklarına kilit vurmuş, hayallerine yelken açmışlardı. Sabahın ilk ışıklarıyla aydınlanan kubbeye gözlerini diktiler ama bu kadar uzaktan bir şeyleri anlamak imkansızdı. Çey; gözlerinin üzerindeki dürbününü sanki suyu oluşturacak olan mekanizma oymuşçasına bir daha da gözünden çekmedi.

Umutları büyüktü ama hayal kırıklığına uğrayabilecekleri endişesini de hasır altı edemiyorlardı. De, her davranışın sorumlusu olduğunu düşünüyordu. Dostlarının gün be gün sararıp solduklarını görüyor ve hastalanacakları korkusu ile ne yapacağını bilemiyordu. Gece indiğinde, Islattıkları kuru ekmeklerini kaşığın ucu ile çorba niyetine yerken cebinden çıkarttığı ceviz büyüklüğündeki kırmızı bilyeleri her birinin avucuna tek tek bıraktı.

"Bunların yiyecek veya değeri olan bir nesne olmadığını biliyorum ama ben altı yaşımdan beri yanımda taşıyorum. Uğurlu olduklarına, şans getirdiklerine inanıyorum. Paylaştığımıza göre şans bundan böyle hepimizin yanında olacak.

Kolu ile uzaklardaki kubbeyi gösterdi.

"Hepimiz biliyoruz ki o kubbede bir mucize olabilmesi için en az bir haftanın geçmesi gerekiyor.

Ellerini havaya kaldırdı.

"Ama biz ne yapıyoruz? Hemen bir şeyler olmasını bekliyoruz. Bu sinirlerimiz için iyi bir şey değil! Artık mantıksızca davranmayı bırakıp tünelimizin o kubbeye ulaşmasını bekleyelim. Tamam mı?

Robotların sakin ve işbilir çalışmaları devam ediyor, tam önlerinde başlayan tünel yavaş yavaş uzuyordu. Beyaz kubbeye varabilmeleri için yapılması gereken yol neredeyse yedi kilometreydi. İşten değil düşünceden, düşüncelerden yorgun düşmüşlerdi. Tek yapacakları şey oturup beklemekti sadece beklemek.

OY VE YORUMLARINIZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM:)))))))))))))))))))))

HU-DE-DİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin