27.BÖLÜM-ERKEK ÇOCUKLAR ZEKALARINI ANNELERİNDEN ALIYORLARMIŞ

11 1 0
                                    

27.BÖLÜM

ERKEK ÇOCUKLAR ZEKALARINI ANNELERİNDEN ALIYORLARMIŞ.

Anne, kekin yarısını kendisine uzatmaya çalışan oğlunun elini tutarak başını salladı. Gülerek midesini gösterdi.

"Onun geldiği yerde çoktu ve bana da yedirdiler oğlum. Hem görmüyor musun halimi? Yakında neredeyse yürüyemeyeceğim. Halbuki her gün o kadar da koşturup duruyorum. Neyse beni boşverin sizin bu haliniz ne? Hem yiyin hem anlatın canlarım."

De dudağını sarkıtıp yıllardır, küçükken kaybettiği annesinin yerine koyduğu bu sevimli, fedakar kadına ne diyeceğini düşünürken, Hu hemen atılıp "anne" dedi.

"Düşün! bu tahta masanın altına değerli, zarar görmesini istemediğin bir şey saklıyorsun. Masanın çevresini ne ile kapatırsın?"

Anne dalgın dalgın gözlerini bir noktaya dikerek çenesini kaşıdı.

"Değerli bir şey koyuyorum ve zarar görmesini istemiyorum. İçini doldurmayıp sadece çevresini kapattığımıza göre dışarıdan gelebilecek yumruk gibi bir darbeden çekiniyoruz doğru mu?"

Gençlerin başlarını salladıklarını görünce konuşmasına devam etti.

"Demin bahçeye taşıdığınız teneke leğen yok mu? Ondan üç beş tane daha bulur düzeltir ve birbirine lehimlerim".

"Yok anacığım o çok zayıf kalır. Yumruğu önlemez."

"Daha sert bir şey istiyorsunuz öyle mi?

Bir süre gözlerini kısıp çenesini ovaladı.

"O halde önce yumuşaklık sağlasın diye tenekeyle sıkıca çevreyi kaplar sonra da hani şu bulaşık, çamaşır makinelerinin üzerini, yanlarını kapattıkları malzeme ile- onun adının ne olduğunu bilmiyorum- tenekenin üstüne bir zırh yaparım. Teneke esnektir kolay şekil alır. Diğer malzemeyi de ısıyla yumuşatıp kaplarım. Tabi çok şiddetli bir darbeden belki koruyamaz ama en azından engeller. Hatta içerdekini alabilirsiniz. Uzun zamadır bozuk, bende atmayı düşünüyordum zaten.

Hu ve De birbirlerine bakarken gözlerini kırpıştırıp duruyorlardı. Hu hızla ayağa kalkıp masanın çevresinde dolandı.

"Harikasın anne ama bir sorun var. Bizim kaplamamız gereken alan bu masadan daha büyük. Çoook daha büyük. Dışarıdaki leğenle, içerdeki bozuk makinenin yüzeylerindeki malzemeyle yapılacak iş değil."

Anne tombul bacaklarına vurup ayağa kalktı. Gülerken masanın üzerindeki kirlileri de toplamaya başlamıştı.

"Siz okullular bazen mahallenizdeki gizli hazineleri unutuyorsunuz. Üç sokak ötemizdeki eski eşya çöplüğünde az mı oynardınız küçükken. Orası atılmış leğen ve makinelerle dolu. Tabi içleri boşaltılmış halde. Bozuk motorları ne yapıyorlarsa artık."

Anne kendini birden havada buldu. Hu; sıkıca beline sarılmış ayaklarını yerden kesmişti. Durmadan "Benim akıllı annem" deyip yüzüne öpücükler konduruyordu.

Yeni edindikleri bilgiler ışığında araştırma yapmaya karar verip dışarıya çıktılar. Çöplüğe geldiklerinde Hu'nun şüpheleride tekrar kafasına hücum etti.

"Tereddüdümü yanlış anlama ne işe yarayacaklarını bilmediğim için! Geçmişte bir kaç kabunsu robot yapıldı De! İşe yaramadıklarına karar verilip bir köşeye atıldılar. Sen ne yapmayı düşünüyorsun?"

De, en az hasarlı makine kabuklarını bir araya getirmeye çalışırken arkasına dönüp arkadaşına baktı;

"Göreceksin! Tek dileğim; ümitlerimin ve hayallerimin çiçek açmadan solup gitmemeleri. Ayrıca bahsettiğin o kabunsuları gördüm. Saçma sapan şeylerdi. Sanki bulaşık makinesine kol ve bacak takmışlardı

"Ben de onu diyorum ya! Bildiğimiz en üst nokta o işe yaramaz metal yığınları. Niyetini bilsem kendimi daha iyi hissederdim. Ne bileyim belki ihtiyaca yönelik farklı işlevsellikleri olan birkaç robot yapmamız da gerekebilir."

"Benim düşünceme göre onlarca makine yapmak zaman kaybı. Tüm işleri tek donanımda toplamak zorundayız onun için kabun gibi hareket edebilecek robotlara ihtiyacımız var."

Gecenin geç saatlerinde, başlarına geçirdikleri sadece gözlerini açıkta bırakan siyah kukuletalarla, fabrikanın ihtiyaç kapısından içeri giriyorlardı. Üst kattaki kapısı açık kontrol odasından yükselen horultular yüzlerini güldürdü. Ellerindeki fenerlerle etrafı aydınlatarak merdivenlerden zemine iniyorlardı ki asansörün sesini duydular. Belli ki biri işini layıkıyla yapıyordu. Korku ile kendilerini basamakların sonundaki kapının arkasına atabilmişlerdi ki ışığı gördüler. Gelen bekçi; büyük bir şans eseri, ışığı malzeme odasında sadece şöyle bir dolaştırdı ancak büyük bir işgüzarlıkla da hiç kilitlenmeyen kapıyı kilitleyivermişti.

Ağızları bir karış açık öylece kalakaldılar. Başlarına gelene inanmak istemiyorlardı. İlk on dakika kapıyı açmak için uğraştılar ama yararsızdı.

"Burada bir yığın malzeme var Hu! Onları kullanıp açamaz mıyız?"

"Kilit olsaydı kuşkusuz denerdik ama sürgü sesini sende duydun değil mi?"

"Ne olacak peki şimdi?"

Hu elindeki fenerle çevresini araştırdı. Her taraf sadece raflarla ve üzerinde istiflenmiş malzemeyle doluydu ama oturabilecekleri tek bir sandalye bile yoktu. Yere gelişigüzel çöküverdi.

"Bekleyeceğiz dostum ama ayakta beklememiz de gerekmiyor. Sabah kapı açılacak, bizi bulacaklar ve dosdoğru kodes."

De, tavana yakın kocaman havalandırma penceresine bakıyordu. Yüzü sevinçle aydınlandı. Kolunu uzattı.

"Bak! Buradan çıkabiliriz. Hıı ne dersin? İkimizi de alacak kadar büyük. Hadi hadi kalk! Bir şeyleri üst üste yığıp basamak yapalım.

Yaptılarda. Raflarda duran sivri keskilerle pencere önündeki tel sinekliği çıkarttıklarında yeni bir şok onları bekliyordu. Pencere tuğla ile örülerek kapatılmıştı.

"Eh adamlar haklı. Malzemelerin havayla temasını kesmeye çalışmışlar."

"İyide havalandırma olmazsa nem oluşmaz mı? Buradaki her şey daha da çabuk paslanır. Salak herifler."

"Madenlerin paslanması oksitlenmeden başka bir şey değildir. Havadaki su buharı, oksijen ve karbon dioksit metali çabucak paslandırırlar ama farkında olmadığın bir şey var dostum. Burada zerre kadar nem yok. İşte adamlar da havadan alınacak oksijenle oluşacak yanmayı önlemek istemişler. Başka bir yöntemle odayı kuru tutuyorlar bence."

OY VE YORUMLARINIZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM:))))))))))SEVGİYLE KALIN:))))))))))))))))))

HU-DE-DİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin