Bedenimi yorgunlukla gerdirirken bebeği yerine bıraktım ve yıpranmış kunduralarımı ayaklarıma geçirip evden çıktım. Çamurlu yolda yürürken rengi solmuş kot şortuma sıçrayan pis suları umursamadım ve muhtarın, eski hatta yıkılmak üzere olan evine doğru ilerledim.
Yıllardır birilerine hizmet ederek kazandığım paralar, bebekle beraber tükenmiş ve giderin çok olduğu şu zamanda gelir olması için tekrar işe girmek durumunda bırakmıştı.
Ben Luhan. 18 yaşına henüz girmiş zayıf, narin Çinli bir çocuk aynı zamanda kötü bir ağabey ve berbat bir babayım.
Muhtarın aşınmış tahta kapısını yumrukladığımda kapıyı açan kişiye başımı eğip selam verdim ve içeri girdim. Yaşlı adam, tüm nezaketiyle beni önündeki koltuğa buyur ettiğinde beyaz bıyıklarının altındaki yarık dudakları nazik bir gülümsemeyle gerildi.
Aynı şekilde selamladım ve gösterdiği deri koltuğa oturdum. Bu evdeki en lüks eşya, terleten ve sürekli gıcırdayan bu çirkin koltuklardı zannımca.
Dışarıda, tam koridorun ortasında büyük ahşap bir yemek masası, kırılmak üzere olan tutkalla yapıştırılmış tahta sandalyeler ve üzerinde eski Çince ile okuyamadığım bir şeylerin yazıldığı hediye olduğu belli olan cafcaflı tablo.
Odalarda, yere atılmış eski kilimler ve eski sedirler dışında birkaç yüklük ve sehpalar vardı. Ancak en özenle döşenmiş olan, muhtarın tüm kasaba halkını ağırladığı odasıydı.
Ellerini birbiriyle birleştirip üzerine koyduğu maun masa, tombul kalçalarının zar zor sığdığı döner bir sandalye ve masasının öbür tarafında, yani benim oturduğum kısımda bulunan karşılıklı iki tekli ve onları dikdörtgen şeklinde tamamlayan üçlü deri koltuk.
Oturduğumda çıkan gıcırdamaya kulak kabartıp beyaz, ince bıyıklarıyla oynamaya başladığında lafa girmem gerektiğini anlamıştım.
"Yeni... Birinin geldiğini söylemiştiniz. Evinde çalışacak birini arıyormuş."
Üstü kapalı söylediğim cümleyi derhal anlayıp tüm kasaba sakinlerinin adreslerinin olduğu defteri açıp birkaç sayfa çevirdikten sonra kurşun kalemle bir adresin altını çizdi ve bana verdi.
"Henüz göreve yeni başlamış bir öğretmen. Şehirden gelmiş ve ailesinin çiftliğinde yaşamaya başlamış. Ancak çiftlikle ve evle ilgilenecek pek zamanı olmadığı için yanında çalışacak birilerine ihtiyacı varmış."
Başımı salladım. Hangi iş olursa olsun yapmaya razıydım. Lu Huan bebeğe bakarken ben çalışıp para kazanmak zorundaydım.
"Bu adrese git ve konuş. Kardeşlerini de yanına almak istersen ona danışırsın. Pek cömert bir adammış."
Yaşlı muhtar bir yandan anlatırken bir yandan da masada bir şeyler aradığını belli edercesine ortalığı dağıtıyordu.
"Peki efendim, teşekkür ederim"
Daha fazla yanında durup meşgul etmek istemeyerek elimdeki kağıtla gitmem gereken adrese yollandım. Kendi evime oldukça uzak, neredeyse kasabanın dışında büyük bir çiftlik eviydi.
Kapıdan içeri girerken etraftaki gürleşmiş yabani otlar şortumun açıkta bıraktığı dizlerimi yırtıyordu. Elimle ve tekmelerimle otları ittirip sonunda eve vardığıma dizimdeki kanları cebimdeki mendille temizleyip öksürdükten sonra yavaşça demir kapıyı çaldım.
Buralarda demir kapısı olan çok az insan bulunurdu. Hem büyük bir çiftlik hem de demir kapısı varsa zengin olmalıydı.
Mesleğini, okumuşluğunu da göz önünde bulundurunca kafamda canlanan görüntü oldukça iyi giyimli, gözünde gözlüğü ve kısaca kesilmiş saçları bulunan uzun biriydi. Henüz mesleğine de yeni başladığını düşününce genç ama olgun bir yüz tipi bekliyordum kapının ardında.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mingyun:: HH
FanfictionSadece cahil birer çocuktuk. Hatalarımızla büyüdük, onları belki bir dönem daha sürdürdük. Sonra sen geldin efendim. Sen geldin. *Yetişkin içerik içermektedir.