Sohbet açmaya yeltendiğimde elimdeki tabağı en az 5 dakikadır köpüklediğimi ve Huan'ın tezgaha yaslanarak dikkatle beni izlediğini fark etmiştim. Ve işte yine bir kavga, yine bir tartışma başlayacaktı ancak ben son zamanlarda pek de sabırlı değildim için gerçeği...
*
"Neden?"Gözleri dolu ama bakışları keskindi. Elinde olsa beni yere yatırıp saatlerce yumruklayacak gibi duruyordu. Ne yazık ki bunu yapacak kadar güçlü olmayan bünyesi olduğu yerde sinirden titremesine neden oluyordu sadece.
"Ne neden?"
Bildiğim şeyi söylemesini istiyor olmam sadece konuyu uzatıp olayları unutmasını çalışmamdandı. Bana 'sen ciddi misin?' bakışı attığında korktuğumu itiraf etmeliyim. Dillenip büyüyecek bir tartışmaya sürükleniyorduk. Sakinleşmesi için elimdeki tabağı duruladım yanıma koydum. Elimi de kuruladıktan sonra gözlerine bakarak omuz silktim ve ona sıkı bir sarılma verdim.
"Gel, bahçede gezinelim"
Kaçıyordum, gerçekten kaçıyordum. Ne diyecektim? 'Seninle değil, Oh Sehun ile vakit geçirmekten daha çok haz alıyorum' mu diyecektim? Mümkün değil! Yanlışlar yapmış olabilirdik ama her şeye rağmen o benim narin kız kardeşimdi.
Kendi ailemi kırmak istemiyordum.
Neyse ki yemi yutmuş ve elimi tutarak beni kapıdan çıkarmaya uğraşıyordu. Kıkırdayıp ondan önce geçtim ve önünde eğilip sırtıma aldım. Kendi ayakkabılarımı giyip çıktım. Soğuktan nemlenmiş toprağın kokusu burnumu dolduruyordu.
Bu kokuyu pek sevdiğimi söyleyemesem de garip bir huzur bulduğum doğruydu. Sırtımdaki Huan'ı zıplatıp biraz daha gezerken Mei'yi unuttuğumu fark ederek geri döndüm. Bazen düşüncelerime dalıyor ve kendimi hala o baba olmamış minik çocuk gibi hissediyordum.
Huan'ı indirip Mei'yi kucağıma aldım. Huan ayakkabılarını giyerken ben dışarı çıktım ve Mei'yi kendi etrafında döndürüp güldürmeye başladım.
"Ondan daha çocuksun!"
Lu Huan kıkırtıyla söylerken kaşlarını çatıp gökyüzüne baktı. Derin bir nefes alırken endişelendiğimi göstermemeye çalışıyordum. Doğumdan sonra oluşan birkaç şeyden biriydi. Karın ağrısı nefesini bile kesiyordu. Biraz öksürdükten sonra farkında olmadan büktüğü belini doğrulttu ve bana gülümsedikten sonra Mei'yi kucağına alıp yürümeye devam etti.
"Farkındayım"
Sessizce söylediğinde yanlış anladığımı düşünüyordum. "Neyi?" Açıkça konuşursa, utanırdım, belki kızardım. Yine de açık konuşmazsa bir şeyleri açıklayacağımı da sanmıyordum. "Oh Sehun'a ilgi duyuyorsun değil mi?"
Neredeyse fısıltıyla çıkan çatlak sesi kulağıma dolduğunda, üzüntü, kızgınlık ya da bir başka duygu yoktu. Merakla soruyordu. Sanki onu reddetmemi, yanıldığını söylememi istiyor gibiydi.
"Evet"
Ancak gerçeklerden kaçamazdım.
Ne kadar kaçarsam kaçayım beni bulacaktı. Yalanlarım ortaya çıktıkça daha çok acıtacaktı. İşte bu yüzden ona yalan söylemedim. Gerçek buydu. Bana; 'Ondan hoşlanıyorsun' dememişti. Eğer öyle olsaydı reddederdim. Pekala ilgi duyduğum, onu delilercesine beğenip arzuladığım bir gerçekti ancak bu beğeniden başka bir şey olmayabilirdi.
Bana hayal kırıklığıyla baktığında yanaklarından minik bir makas alıp kızımızı kendi kucağıma aldım.
"Ona ilgi duyuyorum. Sence de harika değil mi? Eminim iyi bir baba olacaktır! Ben de onun gibi olmak istiyorum, elimden geldiğince çok şey öğrenmek istiyorum Huan. Düşünsene, belki okuyup öğretmenlik yaparım! Mei'ye iyi bir baba olurum ve evimize bol bol para getiririm. Fena mı?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mingyun:: HH
FanfictionSadece cahil birer çocuktuk. Hatalarımızla büyüdük, onları belki bir dönem daha sürdürdük. Sonra sen geldin efendim. Sen geldin. *Yetişkin içerik içermektedir.