Üstümdeki kazağa daha çok yapışırken oturduğum banka sindim iyice. Karşımda iki köpek oynaşıyordu. Aileler çocuklarını çoktan evlerine götürmüştü, park bomboştu. Arkamdaki yoldan geçen arabalar tek tüktü. Doğrusu bu kasabada çok da gürültü aramıyordum ancak biraz olsun kafa dağıtmam için gerekliydi bu.
Sakin nefesler alırken, soğuk hava boğazımı yakmaya başlamıştı şimdiden. Yutkunmak zor geliyordu. Sanki boğazımda bir el vardı ve beni boğazlıyordu. Neden bu kadar acıtıyordu? Rüyalarımda bile ölüyordum her gece. Acılarım, bugünün yarını yokmuş gibi her gün, her saat üstüme biniyordu.
Vicdan azabı, pişmanlık, öfke, utanç ve şefkat. Kardeşime karşı hissettiklerim bunlardı. Şimdiyse gelmiş, yaptığım şeyin utancını yaşıyordum bilhassa.
"Merhaba" Yanıma oturup selam veren kişiye döndüm.
Yine ve yine mükemmellikler beni buluyordu. Benim minicik kaldığım bankta dimdik oturuyor, uzun bacaklarını önümdeki kaldırıma kadar uzatıyordu. Saçları boya olduğu belli olsa da güzel bir sarı rengindeydi. Ve adam her şeye rağmen ölümüne yakışıklıydı.
Yaşı tahminimce Sehun ile aynıydı. 27-28 yaşlarındaki bu yakışıklı adamın suratına baktım sadece. Tebessümüne karşılık veremeyecek kadar yorgundum. İyi giyinimine uyamayacak kadar hırpalanmış kıyafetlerim vardı üstümde ve saçlarım bile birbirine girmişti esen rüzgarda.
Sanki gezegen bana ne kadar kötü olduğumu anlatmak istiyordu. İyi giyiniminden belli, düzgün bir meslek sahibiydi. Yaşını da düşününce olgun görüntüsü ve yakışıklı olması buna bağlıydı belki de. Her şeyiyle benden farklıydı.
Chanyeol, Sehun ve Baekhyun ve bu adam. Benden çok daha iyilerdi.
Ancak ben, hala kendimi 16 yaşında insanlara getir götür işi yapan bir çocuk gibi hissediyordum. Yarın 19 yaşına girecek olmam bir şey değiştirmiyordu. Hala bile kendime zaman ayırıp güzel kıyafetler alamıyordum. Oturup, usulüne göre ders çalışamıyordum. Elimde diplomam bile yoktu. Kendime acımakla geçirirken ben zamanımı, o bir kez daha seslendi.
"Mer-ha-ba?" Heceleyerek söylediğinde kaşlarım istemeden çatıldı ama bu sefer başımla onaylayıp karşılık verdim. Sonunda tepki görmekten memnun bir şekilde yanıma daha çok kuruldu.
"Ben Wu Yifan" Elini uzattığında sıktım. "Lu Han." Sanki zaten biliyormuş gibi tepki vermedi. Sadece başını salladı ve az önce izlediğim köpekleri seyre daldı. "Neden buradasın Luhan?" Nazikçe sorduğunda göz devirmek istedim. Şefkatli sesi depresyona itiyordu beni. İçimdeki hırçın çocuğu salmak istiyordum çevreme. 'SANANE' diye bağırmak istiyordum ama yapmadım. Karşımda saygılı bir şekilde iletişim kurmaya çalışan bu adamı terslemek aptallık olurdu sadece.
Omuz silktim ve kazağıma daha çok gömüldüm.
"Pek konuşkan değilsin ha?" Sorduğunda ona döndüm sonunda. "Neden?" dedim, "Neden konuşmaya çalışıyorsunuz?" Nezaketi elden bırakmamaya çalışsam da engel de olamıyordum. Benden yaşça büyüktü bu yüzden sadece o gelmeden önceki gibi durmaya devam ettim.
"Sadece konuşmak istedim, biraz dertli duruyorsun." Sözünü bitirdiği gibi söyledim. "Her insanın derdi vardır Bay Wu. Ancak bunu konuşarak yansıtabilenler vardır, bir de içine kapanıp kendine saklayanlar."
Başını salladı bilgece.
"Hava soğuyor, eve dönmeyecek misin?" İlgili haline teşekkür edip hayır dedikten sonra onu görmezden geldim. Yanımdan kalkıp köpeklere ilerledi ve ikisinin de başını okşayarak çimenlere oturdu ütülü kumaş pantolonuyla.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mingyun:: HH
FanfictionSadece cahil birer çocuktuk. Hatalarımızla büyüdük, onları belki bir dönem daha sürdürdük. Sonra sen geldin efendim. Sen geldin. *Yetişkin içerik içermektedir.