#0#

888 38 21
                                    

Flashback - Mayıs 2005

Çıplak ayakları pürüzlü betonla buluştuğunda ürperdi. Üzerinde yürüdüğü sütunun kalın olması dengede durmasını kolaylaştırsa da, dikkatli olması gerekiyordu. Dizlerini bükerek eğildi ve ayağından çıkartmış olduğu ayakkabıları eline aldı, en sevdiği ayakkabılarıydı bunlar, onlarsız uçabilir miydi hiç?

Rüzgar, gece mavisi elbisesinin eteklerini uçuştururken sol ayağını öne attı. Kızıl saçları boynunu gıdıklayıp geriye savrulurken gözlerini kapattı. Uzun zamandır hayal ettiği özgürlüğüne kavuşacaktı sonunda. Saf bir gülümseme yayıldı dudaklarına. Teras kapısının çarpma sesleri kulaklarında yankılanadursun, bir süre daha o vaziyette kaldı. Göz kapakları aralanırken sağ ayağını attı öne ve kollarını açtı ki düşmesin.

Ne yapacağından emin değildi, sadece, yaşadığını hissetmek demişti bir zamanlar buna. Rüzgarın uğultusu hoşuna giderdi, kendisine fısıldadığını düşünür, konuşur dururdu.

Burayı sevmiyordu. Beton bir binanın içine tıkılmış yüzlerce çocuğun yanı değildi onun yeri. Özgür olmalıydı. Bu yüzden buradaydı, biraz sonra o hissi tadacaktı. Kısmen uçacaktı az sonra, belki bir bakmış bulutların üzerinde süzülüyor?

Heyecandan nefesi titredi. Yaşadığını hissetmek hafif geliyordu artık bu hislerini anlamlandırmaya. Daha başka bir şeydi bu, içi içine sığmıyordu.

Kurtuluş muydu, yoksa kayboluş mu?

Birkaç adım daha attığında yağmurun atıştırmaya başladığını fark etti, kafasını kaldırdı ve bakışlarını ufka doğrulttu. Güneş batıyordu, geriye bıraktığı pembeye kaçan kızıl duman, mavilikleri yutmaya yemin etmiş gibiydi.

Alba.

Şafak, tan anlamına geldiğini duymuştu bir yerden. Ne kadar doğruydu kim bilir?

İki sütunun birleştiği köşeye geldiğinde dikkatlice oturdu ve ayaklarını sallamaya başladı.

"Önce siz." Ayakkabılarına son kez bakıp onları boşluğa bıraktı. Diğer tarafta daha güzellerinden almayı planlıyordu. Ayakkabılarının 20 kat yukarıdan düşmesini izlerken ayağa kalkmak için dizlerini kendine çekti.

"Alba?" Başını sesin geldiği yöne çevirdiğinde davetsiz misafirini gördü. "Sen, iyi misin?"

"Hiç olmadığım kadar, İzem. Hiç bu kadar iyi olmamıştım." Ayağa kalkıp arkasını çırptığında kalbinin hızlandığını fark etti. Derin bir nefes aldı. "Peki, beni nasıl buldun?"

"Zor olmadı, bilirsin, en yakın arkadaşının zaafları ve sırları her daim ezberindedir." Ellerinin arkasında oluşu Alba'nın bir anlık dikkatini çekmişti, bir şey saklıyor gibiydi fakat aldırmadı.

"Öyleyse, bir gün olur da tekrar karşılaşırsak diye," gülümsedi Alba, "beni ve tüm o ezberindekileri unutma," gözleri dolmuştu ama akmalarına izin vermeyerek gülümsemesini büyüttü, "seni izliyor olacağım, güçlü kız." Tüm o yalnızlığına rağmen her daim ayaklarının üstünde dimdik dururdu İzem. Sürekli umutlu ve hayat doluydu. Kendisi içinse bunları söyleyemezdi; aklı göğe, bedeni zemine, ruhu hayal kırıklıklarına hapsolmuş biriydi o. Çok fazla insan yoktu etrafında bu yüzden, asla yadırgamamıştı bunu.

"Pekala," titreyen sesini görmezden gelememişti, fakat boğazını temizleyip konuşmaya devam etti, ne de olsa o güçlü olandı, "madem geri dönmeyeceksin, üzülerek söylüyorum ki, bu çikolatayı paylaşacak başka birini bulmam gerek." Arkasındaki elini öne çıkardığında sakladığı şeyi görebilmişti Alba.

"Antepfıstıklı mı?" İzem gülümseyerek başını aşağı yukarı salladı. Yeşil paketinden anlamıştı zaten.

"Kesinlikle." Alba sırıtmasına engel olamadı. Eğer bir hayır diyemeyeceği şeyler listesi hazırlasaydı, ufak bir not kağıdına sığabilirdi, ve birinci madde muhtemelen antepfıstıklı çikolata olurdu. İzem onu zayıf noktasından vurmuştu. Göğe doğru bir özür mırıldandı. Geldiği yoldan geri dönerken ayakkabıları geldi aklına, önce üzüldü. Bir dahaki sefere aynı anda özgür olmalıydılar. Ama sonra, artık daha çok ihtiyacı olan birinin ayağında olduğunu düşündü, bu onu gülümsetmeye yetmişti.

~~

Göğün KıyısındakilerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin