#11# Köle Çağı

91 7 14
                                    

"Bu sabah farklı bir köyde gözlerimizi açmış olabilir miyiz?" Etraftaki insanlar, sokak satıcıları ve çocuk sesleri hiç doğru gelmiyordu. Birazdan birisi 'kestik' diyecek ve hepsi kaybolacakmış gibiydi.

"Ben de tam olarak dünki sokaklarla aradaki dağ gibi farkı düşünüyordum, mantıklı bir açıklama bulamadım." Küçük çocuklar çığlık çığlığa yanımızdan koşarak geçerken Melih'in belimdeki eli beni kendine biraz daha çekti. Sıcaklığına ve kokusuna kapılmamak için birkaç saniye etrafa boş boş bakmam gerekmişti. Birisi kazağımın kolunu aşağıya çekiştirdiğinde başımı omzundan kaldırıp aşağı eğdim.

"Yazı mı tuğa mı?" Kıvır kıvır sarı saçların altından bir çift mavi göz bana dikilmişti. Ne dediğini anlamam birkaç saniyemi aldığında gülümseyerek Melih'e baktım. Peltek çocuklara karşı engel olamadığım bir zaafım vardı, ve ne zaman rastgelsem bu içimi merhametle dolduruyordu.

"Tura." Ve küçük çocuk koşarak yanımızdan uzaklaştı. Gülüşerek bir süre ardını izledik. Melih belimdeki elini çekti, tenimdeki varlığını soğukluğa bıraktığının farkına vardığımda boşlukta sallanan ellerimi arka ceplerime soktum. Usul usul, sessizce yürümeye devam ettik.

"Hiçbiri," ona döndüğümde yere doğru gülümsüyordu, ufak bir çakıl taşını ayağının ucuyla iteledi, "seni yavru kedi gibi sırılsıklam ağlarken görmedi." Tüm bu insanları ve dünü kastediyordu. Güldüğümü saklayabilmek umuduyla alt dudağımı ısırarak güçsüz yumruğumu omzuna savurdum. Kahkahasına engel olmaya çalıştı.

"Fakat, keşke horlaman da ağlaman kadar zarif olsa." Dün geceyi sorgularken kendimden emin olamadığımı fark ettim. Kaşlarım alnıma gerildi, çenem aşağı düştü.

"Seni..." Ona atacak bir şey aradım, eğilip yerdeki badem büyüklüğünde taşlardan üç beş tane avcuma aldığımda çoktan benden uzaklaşmaya başlamıştı.

"Seni çilli ahmak!" İlk iki taş ıskaladı. Üçüncü taş bacağının arkasına geldi. "Ha ha!" Hepsinden büyük dördüncü taş omzuna isabet ettiğinde yumruğumu aşağı çekerek zaferimi somutlaştırdım, tam o anda solumda flaş patladı.

"Hey, bu acıttı!" Melih gülerek sızlandığında, kır saçlı, sevimli bir amca elinde kamerasıyla bana doğru geliyordu. Makineden çıkan fotoğrafı sallayarak yanıma ulaştı, bana uzattı. Melih bana dönmüş, yere doğru biraz kamburlaşmış, gözleri kısık, pes etmiş fakat memnun bir gülümsemeyle omzunu tutuyor. Ben kahkahalarla yumruğumu indiriyorum, aramızda dört beş metreden fazlası yok. Tüm mutluluk hakkımı o an kullanmışım gibi. Fotoğrafa bakınca gülümsedim. Ve şöyle düşündüm, Melih'le tanıştığından beri Alba, hiç gülmediği kadar gülüyordu, mutluydu, kendi olmaktan çekinmiyordu. İzem, hayatımdaki en önemli iki insandan biriydi evet, fakat onunla ne sinemaya gidebiliyor ne de sokakta gezebiliyorduk. Onun çevresi, tercihleri ve ilgi alanları benden çok farklıydı. Bana değer verdiğini bildiğim halde, sevginin her şeye yetmediğinin de maalesef oldukça farkındaydım. O, geceleri yaşıyor, mümkün olduğu kadar ayık gezmiyor, gerekmedikçe tek başına kalmamaya çalışıyordu. O kadar çok ilişkisi olmuştu ki, hisler artık onun için önemini yitirmişti. Huzur, merhamet, nefret ya da kıskançlık gibi soyut kavramlarla arasına giren mesafenin haddi hesabı yoktu. Fakat tüm bunlar ona verdiğim değeri etkilemediği gibi, onunla adeta bir bebek gibi ilgilenmemi de kesinlikle engelleyemiyordu.

"O da ne?" Fotoğrafı yanımıza ulaşıp neye baktığımı merak eden Melih'e uzattım. Yaşlı adam çantasına uzandı.

Göğün KıyısındakilerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin