#15# Obsesif

113 4 23
                                    

Patlamış mısırımdan birkaç tane daha ağzıma sıkıştırırken ışıklar kapandı. Fısıldamak için Melih'e eğildim.

"Başlıyor."

"Farkındayım." Nefesi dudaklarıma çarpınca fazla yaklaştığımı fark edip panikle arkama yaslandım.

Evde can sıkıntısından tüm gün uyumayı planlarken vizyondaki filmlerden biri ilgimi çekmişti. Akşam seansına bilet bulabilmiş, Melih'i de peşimde sürüklemiştim.

"Hiç ağladın mı?" Sürekli fısıldamak çok yorucuydu. Henüz film başlamamıştı bile üstelik.

"Alba, farkında mısın bilmiyorum ama aynı tür canlılarız." Sanırsam bu evet demek oluyordu. Şu, erkeklerin bazı şeyleri doğrudan söyleyememesi olayı beni ciddi manada geriyordu. Eh, ağlamadıysa bile bu filmde ağlayacağına bahse girebilirdim. Tabi, çikolatasına falan.

Film boyunca, yakınlaşan çiftlere mısır fırlatmış, salonla aynı anda tepkiler vermiş, mısırını bitiremeyen -belki de benimkinin bana yetmeyeceğini fark ettiği için kasten bitirmeyen- Melih'in mısırını da yemiş, finalde hüngür hüngür omzunda ağlamıştım. Ve o bir damla gözyaşı bile dökmemişti.

"Senin kalbin hangi tür kayaçtan böyle?" Dondurmamdan bir ısırık daha aldım. Yalayarak yemeyi beceremiyordum.

"Adamın aklının başına anca kadın öldükten sonra gelmesinin neresi romantik." İçeceğinden bir yudum daha aldı. "Herif götün tekiydi."

"Yani ben ağlarken sen adama sövüyordun."

"Kesinlikle."

"Harika. Duygusal körelmenin halk arasında bir adı vardı sanki." Düşünüyormuş gibi dondurmamı yemeye ara verip gözlerimi kıstım. "Odun?" Güldü. Sokak lambalarının yanından, kaldırımdan usul usul yürürken birkaç dakikalık sessizlik oldu. Önümüzden biri siyah biri beyaz iki kedi hızla, ciyaklayarak geçtiler.

"Bazı şeyler için geç olmadan harekete geçmek gerekir. Aşk da sürekli bu ince çizgide dolanır. Tam anını yakalayamazsan büyü bozulur, benzer bir fırsatı bir daha asla yakalayamazsın."

"Tecrübe mi konuştu?"

"Öğretiler diyelim." Bazen öyle şeyler söylüyordu ki, yaşlı bir keşişi dinliyormuş hissine kapılıyordum.

"Melih, burcun ne?"

"Başak." Harika.

"Peh, dağınıklığımın kendi kendine toplandığını sanmak daha ilgi çekiciydi." Dondurmamı bitirip çubuğunu ağzımda gezdirmeye başladım.

"Diş macununu ortasından sıkmaya bir son ver."

"Sen de her şeyi tezgaha sıralayıp durma. Kirlileri bile boy sırasına sokuyorsun!"

"Her şeyini ortalıkta bırakmazsan buna gerek kalmaz, ne dersin?" Ne mi derim? Ne mi derim?

"Asıl sen, eşyalarımı kurcalamayı kesmeye ne dersin?"

"Eşyalarını kurcalamıyorum." Yalan.

"Hadi ya, kitaplarım neden her seferinde bıraktığım yerde değil de kitaplığımda oluyor peki?"

"Bıraktığın yer pastanenin koltuğuydu, ve çarşamba günüydü, yeterli bir sebep oldu mu?" İçeceğini bitirip kutuyu avcunun içinde sıkıştırdı. Çenesi ve cevapları bitmiyordu.

"Seni alan yandı çocuk."

"Bırak da buna o karar versin." Uzun bir sessizlik oldu. Çöp kutusu görünce dondurmanın çubuğunu onun içeceğinin kutusundan önce atmak için koştum. Zafer figürleri yapıp zıpladığımı görünce güldü. Bana yetişti, ara sokağa sapınca öfkeli bir ses geceyi yardı. Korkuyla sıçrayıp Melih'in koluna sarıldım, aptal obsesifliğini hatırlayınca ayrılıp ellerimi hışımla ceplerime soktum. Bu hareketime kahkahalarla güldü. "Hiç büyümeyeceksin."

...

"Alba, tereyağı orda mı bebeğim?" Tereyağını çıkarıp buzdolabının kapağını örttüm. Gaye teyzeye uzatırken dış kapı açıldı, taze ekmek kokusu tüm pastaneyi sardı.

"Ben geldim."

"Altın orana uyan ekmeği bulman için bir saat yetti mi bari?" Burnundan soludu.

"Fırından çıkmalarını bekledim."

"Gaye teyze, o tabağı kasenin altına koysan iyi olur, Melih'in anksiyetesi tutuyor da." Melih kulak asmayıp ekmekleri doğramaya başladı. "Hayır bu bardak daha büyük, diğerinin solunda olmalı, lavoboya daha yakın." Krebi çevirip Melih'e seslendim. "Yeterince düzgün mü? Rahatsız olmuyorsun değil mi?" Gaye teyze birkaç dakika adapte olamadı. Ta ki ben, ekmekleri dilimlemek için cetvel isteyip istemediğini sorana kadar. Peyniri dilimleyip tabağa koymadan önce birkaç dakikasını kahkahasına ayırdı. O kadar içten ve fazla güldü ki, Melih'i bile gülümsettiğine yemin edebilirdim.

Menemen suyunu çekince altını kapattım. Midem dile gelip birkaç lokma yemek istediğini söyleyince kahvaltılıklardan tırtıklamak için Melih'in yanına gittim. Reçelden birkaç kaşık ve birkaç zeytin yedim.

"Melih, sen anlarsın bu işten, sence gözlerim simetrik mi?" Gözlerimi süzdükten birkaç saniye sonra bakışlarını dudaklarıma indirdi.

"Gözlerini bilemiyorum ama," Elindekileri bırakıp usulca yaklaştı. Neden birden bunu yaptığını anlayamadım fakat geri çekilmedim, ya da sağa sola bakmadım. Hala yaklaşıp yaklaşmadığından emin değildim, çünkü kulaklarımda uğuldayan kalp atışlarım odaklanmamı zorlaştırıyordu. Islattığı pembe dudaklarını izliyordum. Aniden gözlerini çevirdi, omzumun arkasına uzandı ve bana bir peçete uzattı. Diğer eliyle ağzımın etrafında hayali birkaç daire çizdi.

"Reçel bulaşmış, belki silmek istersin." Peçeteyi elinden aldığımda göz kırpıp işine koyuldu. Aptallığıma karşın ağzım açık, üzerini örtecek imalı bir söz bile bulamazken kapı çaldı.

"Ben bakarım!" Gaye teyze elindekileri tezgaha bırakıp kapıya koştu. Üstünü başını düzelttiğine emin olduğum birkaç dakikadan sonra kapı açıldı.

"Bunlar sizin için." Çiçek olduklarına emindim, beyaz orkide olduklarından ise daha çok emindim.

"Teşekkür ederim, ne kadar incesiniz. Buyrun." Krepleri masaya koyup son kez eksik bir şey olup olmadığına göz attım.

"Rica ederim, ayakkabılar?"

"Çıkarmanıza gerek yok." Peh, sanki bilmiyormuş gibi. Melih'le, Timuçin Bey'i karşılamak için mutfaktan çıktık. Upuzun ve iyi giyimli bir adamdı. Gaye teyzeyle aralarında pek yaş farkı yok gibiydi. Gaye teyze bizi tanıttı, kibarca el sıkışıp mutfağa geçtik. Gaye teyze çiçekleri suya koyana kadar oturmadı, önce onun sandalyesini çekti, ardından kendi oturdu. Yemek boyunca bizimle ilgilendi, nasıl olduğumuzu, neyle uğraştığımızı ve de çeşitli konular hakkında fikirlerimizi sordu. İltifatlar etti, varsayımlarda bulundu. Gaye teyzenin birçok zayıf noktası olmasına rağmen hiçbir cümlesinde kabalık yahut patavatsızlık etmedi. Ardından kahve içtik ve biraz kendinden bahsetti. Ve ben, bu adamın neden Gaye teyzenin ilgisini çektiğini, işte o zaman anladım.

İş adamıydı, ünlü bir hukuk bürosunda çalışıyordu. Bir kez evlenmişti ve tek çocuğu vardı. Ayrılığından sonra uzun bir süre İtalya'da yaşamıştı. Gaye teyzeyle bir haftadır görüşüyorlardı.

Ama hayır, olay hiçbiri değildi. Bu adam, Gaye teyzeye hayatı boyunca aradığı o samimi ilgiyi gösteriyordu. Yaralarını iyileştirmeye manevi bir yemini var gibiydi. Ona iyi gelen ne varsa, bu adamda birleşiyordu. Yarım asır boyunca yeri sızlayan eksik parça oydu sanki. Artık, bulaşık yıkarken neşeli bir melodi mırıldanıyor, bizi öperek uyandırıyordu. O adamdaki bir şey, Gaye teyzeyi ta içten sarsmış, hayata döndürmüştü. O hep ince ruhlu ve düşünceli bir kadındı fakat bu, bambaşka bir ruh haliydi. Bu ilişkiyi yalnızca destekleyebilirdim. Diğer türlüsü haddime değildi. Bu yüzden, gidip elleri köpüklü Gaye teyzeye sarıldım. Nedenini anlamasa da, neşeli olmaya devam etti. Onu sevdiğimi söylediğimde yanaklarımdan öptü ve gözleri doldu. Benim onda görmek istediğim tek gözyaşı, işte bu mutluluk gözyaşlarıydı.




.

Göğün KıyısındakilerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin