#20# Öpücük

101 6 29
                                    


"Derin düşünceler için hoş manzara." Yarım saattir ilk defa konuştuğunda ona dönmeden cevapladım.

"Öyledir." Batan gün bana yorgunluğumu hatırlatmıştı. "Daha önce böyle bir manzara görmediğine bahse girerim." Gülümsedim, onunla herhangi bir şey hakkında konuşmayı bile seviyordum.

"Üstüne bahis oynanacak kadar önemli bir konu olduğunu sanmam." Ona döndüm, beni izliyordu. Ela gözlerinden doğruca zihnini okuyabilmeyi diledim. Melih aksini istemedikçe, onu anlamak gerçek anlamda zorlaşıyordu. Bakışları beni gülümsetti. Karmakarışık bir gülücükle cevap verdi.

Uzun uzun baktım ona, sanki şimdi gidecek ve sonsuza dek göremeyecekmişim gibi. Özenle çizilmişçesine düzgün ve kibar burnunu; ince, kıvrımlı dudaklarını; çıkık elmacık kemiklerini ve biçimli çenesini; ela gözlerini ve kısa kirpiklerini; çok özendiğim çillerini inceledim tek tek.
"Hep çillerim olmasını istemişimdir." Duyduğundan bile emin değildim, fakat bunu dile getirmek hoşuma gitmişti.

Gülümsedi, duymuştu.

Batan güneşe çevirdim gözlerimi, bu manzaraya ne zaman şahit olsam, ismim gelirdi aklıma; Alba.
"Alba." Kim bilir neden bu ismi vermişlerdi bana. "Şafak, tan anlamına geldiğini duymuştum." Yüzünü bana çevirdiğini hissettim.

"Bence çok daha özel bir anlamı olmalı." Omuz silktim, kimin umurundaydı ki.

"Buranın en çok nesini seviyorum biliyor musun?" Yanmaya başlayan sokak lambalarına ve caddelerdeki telaşa göz gezdirdim. "Sanki böyle, tüm sorunlar önüme serilmiş, benden uzakta; hayat bensiz, öylesine akıp gidiyormuş gibi." Yorgun gözleri ileride bir noktaya takılmış, gözlerini kırpmadan bakan Melih'e döndüm. "Bir zamanlar tam da ortasında çaresizce çırpındığım tüm o sorunlar..." Yutkundu. Gözleri hâlâ ilerideydi. "Ben çok yanlış insanlara vaktimi, emeğimi, duygularımı harcadım Melih. Öyle gecelerim oldu ki, sabahına uyanmak istemedim." Sonra uzun bir süre gözlerimden ayırmamak üzere kenetledi gözlerini gözlerime. "Bir şeylerin elinden çok uzun zaman önce kayıp gittiğini fark etmek, yaşlandırıyor insanı. Bir anda 15 yaş almışım gibi. Ruhumun saçları beyazlamış ve teni kırışmış gibi. Fikirleri bayatlamış, sanki biri gelip beni ayağa kaldırmak istese, en cezbedici hayallerini anlatsa, mecalim yokmuş gibi. Yorgun düşmüşüm ve zamana dur diyecek gücüm yok. Akıp giden kum tanelerini izlerken tükenmiş gibi ömrüm." Gözlerinin dolduğunu görür gibi oldum. Simsiyah bir pişmanlık bulutu omuzlarıma çöktü.
"Bunları sana anlatıyorum, ama istediğim şey bana acıman, adıma üzülmen ya da geçmişimi dinleyip bana öğüt vermen falan değil. Ben tüm bunların çoğunu aştım. Gaye teyzeyle aynı şeye üzülüyorsunuz belli ki. Başta Timuçin'le alakalı sandım. Fakat seni de böyle görünce..." tek kelime etmeye yeltenmeden yalnızca dinliyordu, "başka bir sorun var, biliyorum. Ve bunları anlatıyorum çünkü sorun her ne olursa olsun bazı şeylerin yaşanması gerekir. Sen istesen de istemesen de. Ne olursa olsun, yanınızdayım. Konuşmak istemesen bile bunu bilmek yeterlidir belki de senin için. Yani evet, çok uzun zamandır tanışmıyoruz ve ben seni öyle çok iyi tanımı-" Melih, kolumdan tutup belimi kavrayarak beni kendine çekti, sarıldı. Kokusu burnuma dolarken havada kalan ellerimi nereye koyacağımı şaşırdım. Çok mu konuşmuştum? Cümlelerim zihnime en başından doluşurken yanlış bir şey söyleyip söylemediğimi düşündüm.

"Sen inanılmaz bir insansın, Alba Çınaroğlu." Nefesi boynumu gıdıkladı. Ellerimi sırtına koydum, sıcacıktı. Esen rüzgar onun değmediği her yeri serinletirken bir süre öylece kaldık. Biz kimdik? Ne yapıyorduk? Ne yaşıyorduk? Sadece vakit geçirmeyi seven iki insandan ibaret olamazdık. Kalbimin neredeyse duyurmaya çalıştığı, delicesine bağırdığı şeyleri görmezden gelemezdim, gelemiyordum da. Kulağıma fısıldadı, "Saçlarının kokusunu seviyorum." Bir elimi ensesine ilerletip saçlarına geçirdim. Sanki çok daha özel bir an vardı. Neydi? Neyi gözden kaçırıyordum?

Göğün KıyısındakilerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin