#4# Tanrının Renkleri

205 17 18
                                    

Tek elime doluşturduğum tuzlu fıstıklar bittiğinde elimi cebime daldırıp geriye kalan az bir miktar çekirdeği de avuçladım.

Nerede miydik? Melih, acayip parlak bir fikri olduğunu savunarak basket sahasının tellerine tırmanmamızı önermişti. Akşamüstüydü, ve tek istediğim durmadan boğuştuğum anılarımdan bir an olsun sıyrılmaktı. Bu kafanın içi, beni yoruyordu.

"Çekirdeğim bitti, azıcık seninkinden versene." Tellerden birine taktığımız çöp poşetinin dolmasında katkım büyüktü. İnsan düşünce bataklığına batmışken neyle uğraştığının pek bir önemi olmuyordu.

Cebinden çıkarabildiği kadar çekirdeği ona doğru uzattığım avuçlarıma boşalttı.

"Başka bir yemiş mi alsaydık? Kapı önüne çökmüş mahalle karısı gibi hissediyorum." İçten bir kahkahayla yanıt verdim. Denge potansiyelimizin sınırlarında direnirken kaç dakika daha öylece dikildik, bilmiyordum. Güneş ufka yaklaşmak üzereydi ve Gaye teyze hâlâ aramamıştı. Neyi beklediğimizden emin değildim, sormadım da. Stoğumuz tükeniyordu, gücüm de öyle.

Sonra birden, nedense görmeyi ummadığım bir şey oldu.

"Bu, muazzam." Ağzımın içinde gevelerken çekirdek çitlemeyi bıraktım. Güneş'in ardında bıraktığı kızıllık, son bir güç gösterisi için hazırlanmış meşale dumanları gibiydi. Gurub vakti. Rengin tonu içime huzuru doldururken kafamın içindeki dağınıklığın benden uzaklaştığını fark ettim. Tüm hepsi, günün batımından hemen öncesinde kalmış gibiydi.

Küçük prensin, küçük gezegeninde sandalyesini şöyle bir kımıldatmasıyla, bir keresinde günde tam kırk dört kere izlediği günbatımı tam karşımdaydı işte.

"Biliyor musun, insan üzgün olunca günbatımının tadına daha iyi varıyor."

O an öyle içten gülümsedim ki, bakışlarımı ona çevirdiğimde biraz endişeli, biraz da sabırsız gözleri bir anda ışıldadı. Gerildi dudaklarının pembesi. Ve evet, o cümleyi üzgün olduğundan kurmamıştı. Şu karşımızdaki ihtişamlı güneşin bile, gösterişli bir biçimde dahi olsa battığı bu dünyada, biraz olsun çocuk kalabilmenin, yetişkinlerin kalıplarına sokulmaktan ve dogmalara göre yönetimden çok uzak o masumluğa tekrar erişebilmenin özlemiydi o tek bir cümledeki anlam.

Hemen ardından cebindeki tüm çekirdekleri bana uzattı. Çünkü çocukluk buydu, çocukluk paylaşmaktı. Paylaşmayı bu kadar özel kılan, yerini başka bir jestin tutamayacağı kesin bir güven göstergesi oluşuydu.

Güneş sahneden ayrılana kadar ardından seyrettik. Yıldızlar perde misali göğü doldurduğunda sessizliğimizle alkışladık. Karanlık gece yine aya kaldığında, ay tüm asil aydınlığıyla yine oradaydı işte, sahnenin tam ortasında. Nöbetini Güneş'e devredene kadar, tüm gözler onun zarifliğini hayranlıkla seyre dalacaktı.

Çok geçmeden Güneş, yokluğunu esen rüzgarla hissettirirken soğuk, tüm bedenimi sardı.

"Haddime değil belki sormak ama, Atlas, Volkan ve..." Sanki ismi yerine başka bir sıfatla tanımlamaya çalışacakmışçasına büzdü dudaklarını, "Göktuğ." Çok kısa bir an, tepkimi ölçmek istercesine baktı gözlerime. "Onlarla nereden tanışıyorsun?" Bu soruyu yanıtlamak istediğim pek söylenemezdi. Sonrasında bırakacağı mayhoş, acı histen yahut gidip de dönemeyeceğim bir uzaklıkta olduğundan.

Göğün KıyısındakilerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin