#6# Yuvadaki Yılan

160 14 34
                                    



"Kışa meydan okur gibi gezmenin sebebini sorabilir miyim?" Titreyişimi bastırmak için dişlerimi sıktım. Kollarımı Melih'in boynuna biraz daha sararak omzunun üzerinden etrafı incelemeyi sürdürdüm. Loş ışığın ve slow müziğin uykumu getirmesine rağmen usulca sallanmaya devam ediyordum. İzem esmer bir garsonla sohbete dalmıştı. Elindeki kadeh tekrar dolmuştu, şarabı nereden bulmuştu yine bu kız?

"İlkbahara hazırlıksız yakalanmamak gerek." Üşüdüğümü hissetmeye başlamıştım bile, fakat bozuntuya vermedim. Arabada açıyordun klimayı, bir sorun olmuyordu tabii.

"Güneş gözlüğünü neden taktığını biliyorum." Verdiği derin nefes sağ kulağımı ve boynumun sağını okşayıp geçti. Soğuk tenimi bir müddet ısıtan nefesi yeterince titremiyormuşum gibi ürpertti. Sağıma döndüğümde dudaklarıyla karşılaştım.

"Bil." Ellerinin belimde oluşunu hatırladıkça ılık bir dalga damarlarıma doluyordu. Bizden sonra dansa kalkan iki çiftten birisi dansı bırakıp tekrar güle oynaya yerlerine oturdular.

"Bir dakikalığına da olsa, şu inadını bıraksan keşke." Yorgun fakat kendinden emindi sesi. Belimdeki elleri birkaç parmak yukarıya kaydı, çok kısa sürse de, tekrar ısınmamı sağlamıştı. "Pekala, seninle ufak bir kelime oyunu oynayalım." Dudaklarının konuşurken kıvrılışını izledim. Kelimelerini özenle seçiyor gibiydi, nefes aldı. "Tek yapman gereken söylemek istediğin cümlenin tam tersini kurmak." İnadımdan zayıflıklarımı dile getiremediğimi biliyordu. İtiraf etmeliyim ki, zekice bir ikna yöntemiydi. Hangi kelimeyi kullanmam gerektiğini bilmiyordum. Üşüyordum, bir yandan da ellerinin belimde oluşunu ve yakınlığımızı düşündükçe yanıyordum. Bu yüzdendi sıkı sıkıya boynuna sarılmam.

"Yanıyorum." Karıncalanan vücuduma yenik düşüp başımı omzuna yasladım.

"Anlaşıldı. Bu, gitme vakti gelmiş de geçiyor, demektir." İzem'e kalkmasını işaret etti. Tek eli hâlâ belimdeydi. İzem garson çocuğun da yardımıyla yalpalayarak yanımıza gelene kadar, Melih bir şeyden emin olamıyormuş gibi birkaç saniye duraksadı. Ardından cüzdanını çıkartarak masaya bir miktar para bıraktı, iyi akşamlar diledi.

Dakikalar sonra üzerimde Melih'in montu vardı, yarı uyanık ve arabada ön koltuktaydım. Arkada ara sıra kahkaha atan çakırkeyif yakın arkadaşım, yanımda şu an başına bela olduğumuzu düşündüğüm Melih... Saate bakacak halim yoktu, Melih'in bunu düşünmüş olmasını umuyordum.

"20 dakikamız var, çok rahat yetişiriz." Birkaç saniyeliğine de olsa, zihnimi okuyormuş hissine kapılmak beni gerdi.

"Hmm." Gözkapaklarım usulca düşerken, uykuyla uyanıklık arasındaki ince çizgide salınıyordum. Kafamı yaslayacak yer aradım, gözlüğüm başımla birlikte cama yaslandığında burnumu acıtmaya başladı. Gözlüğün çıkarıldığını hissettim. Son duyduğum sesle gökten düşüp flu ve hoş bir rüyaya çekildim.

"İyi uykular, güzelim."

.....

"Tarık!" Neşeli, heyecanlı, biraz da titreyen sesimi duyup bana döndüğünde saat altı buçuğu geçiyordu. Üzerimde iki beden büyük Melih'in montu ve sabaha nazaran inmiş olsa da hala şiş olan gözlerimle kollarımı açmış ona yürüyordum. Otuz iki diş sırıtarak kollarını belime doladı, yüzü saçlarımda dolandı.

"Bu saçları nerede görsem tanırım, kızıl kuş." Geçmişimden birer yüz olmalarından mıdır bilmem, her birini gördüğümde gözlerim doluyordu.

Göğün KıyısındakilerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin