Medyadaki şarkıyla okumanızı öneririim ^^
#Günümüz
O gün bana izin vermemişti.Aklımdan bir gün bile çıkmayan o lanet günün başlangıcı işte böyleydi.Çünkü her şeyi göze almıştım ve gerçekten o duvarı yıkacaktım.Altında kalsam bile.Bir saniyesini bile unutmamıştım,o deniz kenarına her gittiğimde tekrar yaşıyordum adeta.Ve tam devamında olanları hatırlayacaktım ki gecenin soğuğunu engelleyen içi polar bir ceket üstüme kapanınca şaşkınlıkla arkama döndüm.
"Ho-hoseok? Senin burda-..Hayır sen nasıl burayı?"
O kadar şaşırmıştım ki cümle kuramamıştım.Oysa bana yine tüm gücüyle gülümsüyordu,gözlerinde yakamozlar vardı.Bir o kadar dingin ve dalgalı olan o küçük gözlerinde.Gururlu burnu ve yumuşacık gözüken dudaklarıyla öylesine masalsıydı ki.Elimi uzatıp gerçek mi diye görmek istiyordum.Ama öncelikle burayı nereden bildiğini anlamam gerekiyordu.Kendimi bir bumerangın ortasına atmıştım ve battıkça batıyordum.
"Seni görmek için okuluna gelmiştim ama sen dalgın adımlarınla yürüyordun.Ve ben de seni rahatsız etmek istemedim.Nereye gittiğini bilmediğim için arkandan yürüdüm,akşamları güvenli olmayan bir bölge burası biliyorsun değil mi?"
Beni mi düşünmüştü yani? Şu gezegende en yalnız hissettiğim anlarda ortaya çıkan böyle bir varlığı hak etmek için ne yapmıştım.
"Neden bu kadar geç kaldın sanki?" diye fısıldadığımı fark etmemiştim bile.Gözlerini şaşkınlıkla açıp yüzündeki gülümsemenin yerini merak dolu bir ifade alınca anladım.Savunmasızdım.Hayatımın en kötü gününü anımsatan bu yerde geçmişimi düşünüyordum ve bana bulaşmaması gerekecek kadar tertemizdi.
"Yetişemeyecek kadar geç kalmadığım için sevinmeliyiiz*" diyerek beni bu zor durumdan da diğer durumlardan olduğu gibi çekip çıkardı ve pamuklara sarılı hissetmeme neden olan kucağını bana açtı.Hiç düşünmedim,duraklamadım.Hoseok neye ihtiyacım olduğunu benim bildiğimden daha iyi bilirdi şuan kollarında olmamı istiyorsa orda olmam gerektiği içindi.Kendimi ona öyle hızlı verdim ki hafif sendeledi ama anında kollarıyla beni sahiplendi.Onu öyle seviyordum ki bütün kaslarını bütün kemiklerini hissetmek için ve aşkımı sunmak için sımsıkı sarıldım,daha sıkı,daha.
Bana bu kelimeyi öğreten kişiden nefret ettiğim kadar Hoseok'u seviyordum.Ama aşk öyle ince bir çizgide yürüyordu ki bir an içim cız etti.Yapmak istemesem de geri çekildim,onu bunaltıp korkutmuştum.Korktuğu zaman öyle doğal oluyordu ki onu korkutmayı seviyordum.Ama bu tarz bir korkutmak değil endişelendirmek değildi kast ettiğim.Ürkekliğini bile seviyordum ve kendini bana ne kadar çabuk sevdirdiğini fark etmemiştim bile.Bir sabah uyanmıştım ve ordaydı,içimdeydi.Ne zaman yıldızlar kaysa dünya sallansa onun sırtımdaki nefesini hissediyordum ve yine öyle olmuştu.Öyle zahmetsiz ve öyle neşeliydi ki onu sevmeseydim aptallık etmiş olurdum.
Ve düşündüm;acaba aşk kaç kişilikti? Bir aşka iki kişiden fazlası,ya da bir kalbe bir aşktan fazlası sığabilir miydi? Çoğu kişi bunun mümkün olmadığını düşünse de ben bu karmaşanın kanıtıydım.Şuan atan kalbimde iki koca duygu taşıyordum ve karmakarışıktım.
Aynı anda iki kişiye birden aşık olmuşsam ne yapacaktım?
"Ne düşünüyordun?" sesi akan bir suyun verdiği coşkuyla aynı etkiye sahipti.Neler düşündüğümü ona söyleyemeyeceğim kadar çok seviyordum onu.Ben de ona eşlik ettim ve gülümsedim.Bir gün ona tüm bunları anlatabilecek miyim diye ya da gelecekte ne olacağını düşünürsem bayılabilirdim.Ve dudaklarımdan isteğim dışında dökülen kelimelerle garip bir flashback(geçmişe dönüş) yaşadım.
"Tahmin et.Sence ne düşünüyordum?"
Vereceği cevabı beklerken gümbürdeyen kalbim eğer duymamı engellerse dudağını okuyabileyim diye gözlerimi onun ıslak dolgun dudaklarına çevirdim.Çünkü bir süredir heyecanlandığım zaman kulağım uğulduyor ve geçici bir işitme kaybına uğruyordum.
Sorduğum sorularla,davranışlarımla istemediğim kadar aynı Ariendim ve kendimi değiştirmeye çalıştıkça bazı şeyler ısrarla aynı kalıyordu.Şaşırdığım şey ise aynı ben olarak nasıl birbirinden böyle uç farklı iki insana aşık olabilmiştim?Verdiği cevapla farkını gözler önüne seren Hoseok yine de aklımı bulandırmayı başarmıştı.Uzun kahverengi saçlarımı antika bir tarak kadar kıymetli ve narin elleriyle okşayarak verdiği cevap şuydu:
"Denizin ilerisindeki bulut gibi kıpırdayan gemileri izliyorsun..Ve oradan gelecek John Smith'ini bekliyorsun.Tıpkı Pokahontas* gibi."
Birbirine taban tabana zıt cevaplar vermiş olmalarının bir etkisi de iki farklı anda saçlarımın renginin farklı olmasıydı belki de.Saçlarımın doğuştan kızıl olması nedeniyle Suga beni denizkızı Ariel'e benzetiyordu ve ben sırf bu duruma olan nefretim yüzünden artık Ariel olmamak istediğim için yıllar önce o gün saçımı ilk kez kahverengiye boyatmıştım.Pokahontas olma fikriyse bana oldukça ılımlı gelmişti.Ama ikisinin de beni bir disney prensesine benzetmesini garip bulmuştum.Gerçekten çocuksu mu gözüküyordum.
"Neden beni bir disney prensesine benzettin? Hala çizgifilm izlediğim çok mu belli oluyor?"
"Hayır, sadece...Masalsı olduğunu düşünüyorum.Ve masalsı bir mutlu sonu hak ettiğine inanıyorum"
"Öyleyse saçlarını sarıya boyatmalısıın...Çünkü bana john smith'imi çoktan bulmuşum gibi hissettiriyorsun"
"Ah,pekalaa..Suga hyung'dan sonra bunu yapmam risk olacaktır ama senin için yapabilirim."
İsmini duyduğum zaman vücudumun irkilmesine engel olmalıydım.Yüzleşmeye alışmalıydım.Kollarımı kendime doladığımda Hoseok baş döndürücü ilgisiyle "Üşüyorsun.Gidelim mi? Sana en sevdiğim kahve dükkanını gösterebilirim.Hem de buraya yürüme mesafesinde!"
Onu hiçbir zaman reddedebilecek miydim acaba?Bu güzel bakışlarıyla bana dilediğini yaptırabilirdi.Yanındayken dünyayla olan bağlantım tamamen kopuyordu ve beni kendi masalının içine alıyordu.Dünyanın en normal şeylerini yaparken bile örneğin nefes alırken bile kendine has bir şekilde özenle yapıyordu ve bu da büyülü dünyasında kendimi bulutların üstünde hissetmeme neden oluyordu.Üstelik sadece bana olan tavrını değil bütün dünyaya karşı olan sevgisi,şefkati ve düşünceli korumacı yapısı...Ahh düşünürken bile kafasını göğsümün içine sokana kadar sarılma isteği uyandırıyordu.Şuan dünyanın en büyülü kafesindeydik,önümde dumanı tüten karamelli latteyi ellerimin arasına alıp ısınmasını bekledim.Sırf ben seviyorum diye o da aynısından istemişti ve tadını beğenmediğini bilmeme rağmen benimle birlikte içiyordu.Dünyanın en sıradan kahve dükkanı olmasına rağmen şuan gerçekten çok mutluydum.Bir ismimiz ya da bir sıfatımız yoktu.Buna ihtiyacımız da yoktu beni yalnızca ismimle herkese tanıtıyordu ve hayatındaki yerimi sadece tanıtış biçiminden hissedebiliyordum.Hoseok öyle farklıydı ki aramızdaki bağa sevgililik ya da arkadaşlık gibi sınırlandırmalar koymaya ihtiyaç duymazdı.
Adını söylemek için bir nedenim olmaması öyle mükemmeldi ki,beni ilgiyle dinleyeceğini biliyordum,sıkılıp gitmeyeceğini biliyordum,sadece dudaklarımdan dökülüşünü sevdiğim için söylemiştim.
"Hoseok"
"Arien?"
İşte buydu.Hayatımı bu anı tekrarlayarak yaşayabilirdim.Ve sıkılmadan yanında yüzyıllarca kalabilirdim.Daha farklı bir ses tonuyla ona cilve yaparak tekrarladım.
"Hoseook"
O da cevap verirken kıkırdadı ve ses tonundaki sevgiyi dibine kadar hissettirdi.
"Arien.."
Aşk kaç kişilikti bilmiyordum ama şuan içinde bulunduğum dünyanın iki kişilik olduğunu biliyordum.Yalnızca o ve ben.Bunu nasıl başardığı hakkında bir fikrim yoktu ama sonsuza kadar bu dünyada yaşayabilirdim.
Tabiki ben plan yaparken hayat yine bana kıçıyla gülmüştü.Bulutların üstündeki küçük dünyam duyduğum cümleyle sarsıldı ve ben tepetakla yeryüzüne devrildim.
"Suga hyung?! Sen de mi buraya kahve içmeye geldin?"
-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyaz Gece ✨ bts
FanfictionYıldızların aydınlattığı bir beyaz geceyle,şimşekli bir beyaz gece arasında sıkışıp kaldım.Beni sabaha hangisi ulaştıracak? "Kovsan da gitmeyeceğim." "Yanımda kal" Bana karşı böyle pervasız böyle korkusuz olması beni ürkütüyordu.İçimde,çok derinimde...