Medyadaki müziği açıp,yine sabredemeyerek yazdığım bu bölümü okumaya başlayabilirsiniz,yorumlarınızı yine hevesle bekliyorum.Başlayalım mı?
*
Bütün kemiklerimin aynı anda sızlaması yetmiyormuş gibi yüzümdeki acının kaynağının ne olduğunu da bilmiyordum.Duyabildiğim tek ses rüzgarın sesiydi.Gözlerinizi açtığınızda hani benliğinizi,en son ne düşündüğünüzü,o kıymetli ömrünüzün hangi gününü uyuyarak sonlandırdığınızı hatırladığınız bir kaç saniye vardır ya.
İşte ben o bir kaç saniye içinde ağlamaya başladım.
Bir insanın ağlamaktan başka yapabileceği hiçbir şeyi olmamasının acizliğini bilir misiniz? Peki onu bile kendi iradesiyle yapmayan bir insandan daha yalnız ne vardır bu koca gezegende? Kendi sesini duyduğunda bile,hıçkırıklarına boğulduğu an bile,kendisini bu hale getiren omuzlarda döktüğü gözyaşlarının aklına gelmesiyle sanki mümkünmüş gibi kendi nefesinde boğulmasını bilir misiniz?
Kendime çeki düzen vermeyi dilediğim her saniye daha da ağrıyan boğazıma rağmen,acınası bir şekilde ağlayarak uyanan ben.Birilerinin kolayca kandırabileceği kız kardeşi Arien,birilerinin parayı eline verip yaşa yaşayabilirsen diye bıraktığı çocuğu Arien,birisinin küçük denizkızı Ariel,birisinin pocahontası Arien.
Bugüne dek sarıldığım tüm kollar,başımı dayadığım tüm omuzlar,tenime değen her bir öpücük beni öyle terk etmişti ki sanki,bütün onlar hiç yaşanmamış da ben düşlemişim gibi yalnızdım.
Bu çatı katında hayatının tümünü gördüğü bir rüya sana küçük bir kız çocuğuydum.Neye ya da kime ihtiyacım vardı bilmiyordum.Ne yapmalı,ne yapmamalıyım bilmiyordum.Bir geleceğim varsa ne zaman başlayacaktı bilmiyordum.Yalnızca bana bu hayatta en büyük kötülüğü yapan insanların ihanetinin acısını her zerremde taşıyordum.
Bu haldeyken bile aklımın bir köşesinden geçen,bir gerekçeleri vardır düşüncesi beni kuruyan gözyaşlarımı gözlerimin kendisine batmasını sağlayarak akıtmama neden oluyordu.Başımı kaldırdım.
Gökyüzüne ilk kez bu kadar bomboş bakıyordum.Belki de hemen şimdi bu yıldızlara kurduğum salıncağın ipine kendimi asmalıydım.Belki ay dedenin ucuna tutunup yeryüzüne bir de düşerken bakmalıydım.Gözüm istemeden elime ve parmaklarıma takıldı.
Boştu.
Bu parmakların ait olduğu kişinin aklıma gelmesi sanırım ağlamamı durdurabilecek tek şeydi.Fakat üzerinde bir saniyeden fazla düşündüğümde bütün bu yaşadıklarımı ona nasıl anlatacağımı bilemedim ve ayağımı önümdeki betonun üstüne uzattım.Her şeyin sonlanmasıyla aramda yalnızca bir adım kalmışken avuçlarımın içi hobinin ellerini özleyerek sızladı.Ağlamıyordum artık.O eşiği geçmiştim ve gözyaşlarım içime akan bir zehir olup ruhumu kirletmeye başlamıştı.İşte böyle zamanlarda yok olmayı,ölmeyi düşünürdü insanlar.
Hoseok beni burada bulamazdı...Bulunmayı isteyip istemediğimi bile bilmiyordum ama hem soluğumu kesene kadar koşmak hem de bir adım bile atmadan öylece durmak istiyordum.Hangisini yapacağımı bilmiyordum.
Rebekah'dan nefret etmeliydim.İlk yapmam gereken şey buydu.Ama kalbimin ruhumun şu an ona sarılmak istemesini anlayamıyordum,onun bana yaptığı ihanetten önce bunca yıl tek taraflı aşkıyla kasılıp kavrulduğunu düşünüyordum.Kendisine sarılmama engel olduğu için ondan nefret ediyordum.
Min Yoongi'den nefret etmek daha kolay olanıydı.O bütün kötülüklerin içinden doğduğu bir oğlandı.Ama düşündükçe acaba benim yüzümden mi Rebekah'yı sevemedi diye düşünüyordum,belki de birbirlerine aşıklardı ama aralarındaki kara leke bendim ve....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyaz Gece ✨ bts
FanfictionYıldızların aydınlattığı bir beyaz geceyle,şimşekli bir beyaz gece arasında sıkışıp kaldım.Beni sabaha hangisi ulaştıracak? "Kovsan da gitmeyeceğim." "Yanımda kal" Bana karşı böyle pervasız böyle korkusuz olması beni ürkütüyordu.İçimde,çok derinimde...