İSTERDİM ki size kurmaca bir hikaye anlatayım, ben anlatayım, siz de masal gibi dinleyin ama ... öğrendim ki hayat, siz hikaye yazmak isterken, başınıza gelen hikayelerden ibaretmiş.
Benim adım Sezgin Tanrıkulu, şaire katılıyorum, yolun yarısı gerçekten bu yaş olmalı ama açıkçası ben çok daha fazla yaşlı hissediyorum kendimi. Yaşadıklarımdan dolayı değil, yaşamadıklarından, yaptıklarımdan dolayı değil, yapamadıklarından, elde edemediklerimden, kaybettiklerimden dolayı. Neyse sizi bunlarla sıkmak istemiyorum aslında. Yalnız dilerdim ki daha genç olayım, daha dinç ya da geçmişe gideyim, bazı şeyleri değiştirip geri geleyim; ama maalesef, bunların hiçbiri ihtimaller dahilinde değil.
Yaşlandıkça kaybedilen şeylerden biri de heyecan oluyor, ben de her geçen gün daha ağırkanlı bir insan oldum. Heyecan sadece gençlerin anlayabileceği bir kavram artık.
Peki Sezgin kardeş dinliyoruz seni, anlat hikayeni, dediğiniz duyar gibiyim ama inan eğer yazma alışkanlığınız yoksa yazmak çok zordur ve ben bir süredir kimseyle konuşmuyorum bile o yüzden kafamdakileri toparlamak da biraz zor oluyor. Sanırım en zoru, nereden başlayacağını bilememek ama galiba en doğrusu en başından başlamak.
Her şey güneşli bir öğleden sonra başladı, hani şu fotoğraf severlerin hayran olduğu o kutsal ikindi ışığı var ya, aynen öyle bir ışık odama dolmuştu, basit, tatlı, yalın bir an olmuş küçük odama süzülüyordu. Ben ise onun varlığından haberdar ancak etkilendiğimi belli etmeden, televizyona bakıyordum. İşin doğrusu, televizyonun sesi kısıktı ve önünden geçen şu malum ışığın içinden süzülen tozları seyrediyordum. Şimdi düşününce anlıyorum, ben galiba o an hipnotize oldum, çünkü tüm bu yaşadıklarımın başka bir anlamı olamaz.
Tam o sırada üst komşum kapıyı çalmaya başladı, hafif bir tıkırtı gibi ama yine de kesinlikle bunun bir kapı çalması olduğunu anlardınız. Gelenin üst komşu olduğunu biliyordum elbette, asla bir alacaklı böyle çalmaz ve şu ara pek dostum olduğunu da söyleyemem gerçi dostların insanı incitmekten ya da rahatsız etmekten böyle imtina edeceğini de sanmıyorum. Sallana sallana kapıyı açmaya giderken eğer kapıyı çalan alt komşu olsaydı yerimden kalkmayacağımı düşünüyordum, ona da evde yokmuş numarası yapardım, tıpkı alacaklılara yaptığım gibi.
Üst katımda yaşlı bir çift yaşıyor, ama şu özenilesi olanlardan, yaşını belli etmeyenlerden, hani aşkını ilk günki gibi koruyanlardan, akşam yemeklerinden sonra elele tutuşup yürüyüş yapanlardan, ne giyerse giysin kendine yakıştıranlardan ve benim aksime içinde gençlik ateşini taşıyanlardan. Onlara özenmemek mümkün değildi tabii, böyle bir aşk olabilir mi diye düşünüyordum zaman zaman, evliliğe ve yaşlılığa rağmen bir ilişki böyle yürütülebilir miydi gerçekten? İkisi de emekliydiler ve bir programları olmadığı sürece evde olurlardı ama nedense o gün adam yokmuş evde ve ampül patlamış, sigorta atmış, yani kadının yardımıma ihtiyacı vardı. Ben de "tabii" dedim gerçek bir centilmenmiş gibi, diz vermiş, eski eşofmanıma aldırmadan, eski binanın dönen merdivenlerinden çıktım yukarıya. "Ne olur ne olmaz, sen yine de dikkatli ol oğlum" derken verdiği ahşap merdivenin beni elektrik çarpmasından koruyacağını düşündüm. Ama olmadı.
O an hissettiklerimi tarif etmekte zorlansam da asla unutamayacağım kesin. Sağ elimin iki parmağından başlayan ahali bir ışık huzmesi kolumdan tüm vücuduma yayıldı, kaslarıma hakim olamıyordum; tüm vücudumu sinir bozucu bir göz seğirmesi ele geçirmiş gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Garip Şeyler Oluyor (Devam edecek)
FantasiaSezgin Tanrıkulu başına gelen garip olayları anlatıyor. Bu hikayede adı geçen kişi ve kuruluşların gerçek hayatta var olan kişi ve kuruluşlarla alakası yoktur. "İkindi ışığı yerini akşam karanlığına bırakmak üzereydi ve çok güzeldi; ardından kıpkırm...