RÜYA'nın ardından o odada kalmamın bir anlamı kalmamıştı. Ben de Hayal Hanım'la karşılıklı teşekkürleşip, ayrı bir dünyaymış gibi gözüken fakirhaneme indim. Hayal Hanım'ın elime tutuşturduğu kurabiye tabağını ise içeri girdikten çok sonra fark ettim.
İkindi ışığı yerini akşam karanlığın bırakmak üzereydi ve çok güzeldi; ardından kıpkırmızı bir güneşin olduğunu haykıran bulutlar, hafif rüzgarın etkisiyle gezintiye çıkmışlardı. Dünya çok daha güzel gözüküyordu şimdi. Daha önce bizim kattan gün batımını hiç görmemiştim, böyle bir şeyi düşünmemiştim bile. Şiirler, şarkılar doğruyu söylüyor olmalıydılar, aşıkken tüm dünya daha güzeldi ve başka bir ihtimal yoktu.
Birikmiş kirin , yağmur lekelerinin ardından gördüğüm görüntünün üzerinde bile büyük harflerle Rüya yazıyordu, bulutlar ardında Rüya izi bırakarak uzaklaşıyordu, Güneş ışıklarının parıltısı o kire, pasa rağmen Rüya yazarak içeri sızıyordu. Tüm bunlar beni şaşkına çevirince ben de televizyona bakmaya karar verdim, ne de olsa televizyon, hayallerini bir köşeye bırak, beynini öyle boşalt ki televizyon seyretmekten başka bir işe yaramasın cihazının diğer adıydı. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama haberleri sunan spiker Rüya'ydı ve rüyalardan bahsediyordu; rüyaların bilinçaltını temizlediğine dair bir çalışma yürüten bir grup bilim adamından, o bilim adamlarını neredeyse kıskanacaktım ki, elime ne zaman yapıştığını hatırlamadığını kurabiye tabağına baktım, onlarda bile Rüya yazıyordu. Artık irkildim fakat zihnim durmuyordu, Teoman'ın Tatlı Rüyalar Oteli'ni baştan yazıyordu! Bu kadarı bana bile fazla geldi.
Daha önce de aşık olmuştum ve acı, çok acı çekmiştim, bu sefer de aynı şeyleri yaşamaya hiç niyetim yoktu, Rüya güzel bir hayaldi ama sadece hayal olarak kalmalıydı, bu duruma müdahale etmem, kendimi bu durumdan kurtarmalıydım. Artık 17'sinde bir ergen değildim ve bir daha aşık olacak kadar aciz, acı çekecek kadar güçlü değildim ve yine de kendimi fena kaptırmıştım. Az önce vücudumdan elektrik akımının geçtiğini ama yine de hayatta olduğumu düşündüm, belki de güçlüydüm... Hayır, hayır, aşık olmamalıydım, Rüya'nın hayalinden sıyrılmalıydım. Tecrübelerim hemen dışarı çıkarsam ve belki sohbet edecek birilerine rastlarsam bunun iyi geleceğini olduğunu söylüyordu. Eğer o kadar şanslıysam.
Ben de eski eşofmanlarımı ve üstüne giydiğim tişörtü çıkartıp, yerine yine eski siyah kotumu ve elime gelen ilk beyaz, temiz tişörtü giyindim, Allah'tan böyle şeyler modaydı da kimse beni kınamıyordu. Tişörtün üzerinden de harita vardı, bunun hayalini uzun bir süre kurmuştum ama giyebilmem için moda olmasını beklemem gerekmişti. Gidecek yeri olmayan hayalperestlerin elinde bir harita, bir tekneyle açılışını temsil ediyordu benim gözümde. Ben ve çoğu gerçekleşmemiş hayallerim işte.
Merdivenlerden hızlıca aşağı indim, kapıda kapıcı Alemdar'la karşılaştım, saydırıyordu yine birilerine, bir baktım ki postacıya sayıyor, neden posta kutularına atmıyormuş zarfları, kaybolan zarfların hesabını ona sormalarından bıkmış, oturup zarf başında nöbet tutacak hali yokmuş ya. Beni severdi Alemdar, ben de onu. "Takma kafana abi," dedim. Bön bön baktı bana, bakışları beni o kadar rahatsız etti ki bir eyvallah demesine bile fırsat vermeden uzaklaştım. Site denilemeyecek üç blokluk büyük bahçe içine kurulmuş apartmanların etrafını çevreleyen beton yolda yürüdüm. Beton ama bir karakteri olan bir yoldu burası, en azından çocukluğumun ilk yıllarından beri yürüdüğüm bir yol olduğu için bana öyle geliyordu. Farklı tonlarda beton parçaları konulmuştu, yıprananların yerine yapılanlarda aynı ton tutmamıştı ama buna benden başka kimsenin dikkat ettiğini sanmıyordum. Bazıları zaman içinde yıpranmıştı, baz yerlerinde yağmurun oluşturduğu oyuklar vardı ve yol boyunca ortancalar. Burayı çocukluğumdan beri severdim, esnaf arkadaşımdı, karşı caddedeki fırın, alttaki yufkacı, berberler. Hepsi tanıdık olmaktan çok öteydi.
Tam merdivenlerden çıkarken berber çıraklarının seslerini duydum, yıllardır rekabet yerine komşuluk yapan aynı cadde üzerinde bulunan dükkanlarda çalışan iyi çocuklardı. Bir tanesi, "Bak gördün mü, selam bile vermeden geçiyor, parası yok galiba." dedi, diğeri ise sanki onun bu dediğinden habersizmiş gibi, "bu ara bahşiş vermiyordu, artık uğramıyor da, parası kalmadı herhalde. Parası olmayınca kimseyi görmez zaten. " dedi. Bu nasıl sohbetti böyle? Kulaklarımın beni yanılttığını düşünerek döndüm baktım çocuklara, yüzüme karşı bir daha söylesinler istedim, bunu bekledim ama onlar sadece biraz şaşkın, az önceki lafları onlar söylememiş gibi rahat davrandı. Daha önce böyle konuştuklarını hiç duymamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Garip Şeyler Oluyor (Devam edecek)
FantasiaSezgin Tanrıkulu başına gelen garip olayları anlatıyor. Bu hikayede adı geçen kişi ve kuruluşların gerçek hayatta var olan kişi ve kuruluşlarla alakası yoktur. "İkindi ışığı yerini akşam karanlığına bırakmak üzereydi ve çok güzeldi; ardından kıpkırm...