~12~ Ceyhun'un geçmişi

461 312 48
                                    

Askı da asılı olan ceketini alıp dışarıya çıktı Deniz. Çağla ise elinde ki dergiyi bırakıp kendine orta şekerli bir kahve hazırlamaya gitti. Farklı şeylerle meşgul olması düşüncelerine engel olamıyordu. Hakan ne demek istiyordu?

" Zavallısın oğlum sen zavallı ! Seninde sonun annen gibi olacak ! "
Diye bağırdığında Ceyhun neden deliye dönmüştü? Bir an önce Ceyhun'un geçmişini öğrenmek istiyordu ama bunu nasıl yapabilirdi ki? Belliydi işte her hâlinden, Ceyhun yaralıydı geçmişinden. Bu yüzden ısrarla saklıyordu ama insan neden yarasını saklamak ister ki?

Yaptığı orta şekerli kahvenin kokusu mutfakta dağılıyordu, köpüğünü alıp fincanına yerleştirdikten sonra kahvesinide üzerine eklemiş ve ortaya gerçekten içilmeye değer bir kahve çıkarmıştı.

İki eliyle sahiplendiği kahve fincanıyla yerine geçerken masada duran kağıt gözlerine değdi. Kağıdın üzerinde ki yazı Ceyhun'un el yazısıydı ve bir şiire benziyordu. Normalde başkalarına ait olan şeyleri okumak gibi bir huyu yoktu ama bu kağıtta Ceyhuna ait bir şeyler bulabilirdi. Sonuçta her şair yüreğinin gözyaşlarını kağıdına dökerdi. Eline aldı ve okumaya başladı.

Bir sır vermeliyim sana bu gece,
kırık bir iskemle ve ıslak yüreğimle.
Hüznüm dans ederken hayallerimle,
Ben sana yazıyorum yine delirircesine.
Seviyorum seni,
yıldızlar şahidim olsun ki seviyorum.
Bir kelebeğin kanatlarında şimdi umudum.
İzin ver yaşayayım sol tarafında ki Kentte.
İzin ver, yaşamalıyım .
Ben daha önce hiç böyle olduğumu anımsamıyorum,  sanırım bir itiraf borçluyum. Evet. Seviyorum seni, gökyüzüne sor anlatsın hissettiklerimi.
Sahi gökyüzünün dili varmıdır ki?
Yıldızlara sor o zaman, onlar anlatsın sana .
Kuşlara, kelebeklere sor, yağmur damlalarına sor.
Ben anlatamıyorum sana anla, yüzün tebessümün yakıştığı tek coğrafya.
Ben anlatamıyorum sen anla, kalbimin kapıları açık sana...

Kağıttaki yazının platonik bir aşk'ın şiiri olacağı aklından bile geçmemişti. Ceyhun aşıktı, kalbinde kalan son umut kelebekleri veda ediyordu yüreğine. Hata yapmıştı, Ceyhun onun arkadaşıydı ve onu sevmeye hakkı yoktu. Ama neden bu kadar yakın davranmıştı Ceyhun ona ? Madem bir sevdiği vardı neden gözlerine bakmıştı umutla?

Kendinden bile habersiz bir şekilde yüreğini Ceyhuna kaptırdığı için sinirliydi. Kağıtta ki yazının kendisine yazılmış olma ihtimali aklının ucundan bile geçmemişti. Bir anda Ceyhun'un olduğu odadan gelen kırılma sesiyle irkildi. Elindeki kahveyi masaya bırakıp hızla Ceyhun'un odasına yöneldi. Kapıyı bir kaç defa çaldıktan sonra cevap gelmeyince kapıyı açtı.

Kapıyı açtığında gördüğü manzara karşısında şaşkınlığını gizleyememişti. O koca umut dolu adam, küçük bir çocuk gibi yatağının köşesinde dizlerini kollarıyla sarmış, hıçkırarak ağlıyordu.

Yanına yaklaştı, amacı Ceyhunun ellerinden tutup yanında olduğunu hatırlatmaktı. Ama Ceyhun hızla geriye çekerken ellerini
" Ben zavallı değilim Çağla, ben zavallı değilim! "  diyerek daha fazla ağlamaya başladı. Erkekler ağlar mı sorusuna en güzel yanıttı gördükleri.

" Yanındayım. " ağzından çıkarabildiği tek kelime bu olmuştu.

Gözyaşları gözlerinin hükmünden çıkmış, özgürce hareket ediyor gibiydi. " Ben zavallı değilim. " Demekten başka hiçbir şey yapmamıştı. Hakan ona " Zavallı." Dediğinde gerçekten canını yakmıştı.

" Anlat deli oğlan, bu defa sen anlat. "

" Ben hep kaybettim denizkızı hangisinden başlayayım ki? " Konuşurken sürekli araya giren nefesi kelimelerinin kesik çıkmasına sebep oluyordu. Sessiz ve ürkek bir şekilde döküyordu kelimelerini dilinden.

" İlk kaybından başla. Ne yaşadın deli oğlan ? Seni bu hâle getiren ne? "

Başladı adam yüreğinde gizlediklerini diline dökmeye :

" Dokuz yaşındaydım denizkızı. Arkadaşlarımın oyun oynadığı, okula gittiği yaşta ben babam ne isterse onu yapmak zorundaydım. Hani her çocuğun kahramanı, idolü babasıdır ya küçükken. Benim hiç kahramanım olmadı, ben hep kendimi kurtarmak zorundaydım denizkızı. Annemle hep kavga ederdi o adam. Bir gece uykudayken onların sesiyle uyandım, yine tartışıyorlardı. Annem , o an ki sinirle masada ki bıçağı kaldırıp sapladı o adam'ın kalbine. Kanlar içinde yerdeydi, annem deli gibi çığlıklar atmaya başladı, insanlar geldi götürdüler o adamı. Polis geldi götürdü hayatımın tek anlamını. Dedem ve anneannemin bana bakıcak durumu yoktu. Devlet sahip çıktı, bir süre yetiştirme yurtlarında kaldım,okula başlamıştım.  Bazen zorlukla da olsa annemi görmem için götürürlerdi beni. Sonra annem ben onbeş yaşındayken hapisten çıkıp beni yanına aldı, bir gün eve geldim kapıda polis arabaları, insanlar vardı. Annem o evde sürekli babamın hayalini görüyormuş, ama sırf maddi durumumuz olmadığı için o evde yaşamaya devam ediyorduk. İşte o gün babamın hayalini görmüş yine, nasıl oldu, ne oldu hiç bilmiyorum. Babamı öldürdüğünü söyleyip kendini ihbar etmiş. Annemi akıl hastahanesine kapattılar, sonra herkes bana deli'nin oğlu dedi denizkızı.Benim annem deli değildi ki. Devlet beni tekrar aldı yetiştirme yurduna, orada kaldım, çalıştım, çabaladım. Annemi yanıma alıp ona ben bakacaktım. Üniversiteyi kazandığım sene on sekiz yaşıma bastığım için yurt artık bana bakmayı bıraktı. Sokakta kaldım bir süre, sonra annemi yanıma alıp üniversiteye başlamaya karar verdim. Hastahaneye gittim, annem kendini öldürmüştü. Yine evim olan sokaklara geri geldim. Bir gece köprü altında yatarken beyaz önlüklü adamlar benide alıp götürdüler o hastahaneye. Bir kaç ay kaldım bende akıl hastahanesinde, neye göre karar verdiklerini bilmiyorum, deli değil diyip taburcu ettiler. İki yılım sokaklarda geçti, sonra annem bir melek gibi rüyama geldi, ona söz verdim rüyamda, bitiricektim okulu. Ama İngiltere'de adım deli'nin oğlu olmuştu, insanlar bana zavallı gözüyle bakıyordu. Bende Türkiye'ye geldim bora ile burada tanıştım, yani yirmi yaşında. Okudum okulu, sözümü tuttum. Artık bir amacım kalmadı denizkızı. Hikaye'nin geri kalanını merak etmiyorum, o hâlde ölmenin vakti geldi. Öyle değil mi denizkızı?

kafasını bile kaldırmadan , hiç ara vermeden tek solukta anlatmıştı hakkında bilinmesi gereken her şeyi. Konuşurken sesi titriyor, gözlerinden akan yaşlara engel olamıyordu.

Çağla onu dinlerken elinde olmadan o da gözyaşlarına izin vermişti. Ceyhuna tıpkı küçük bir çocukmuş gibi sıkıca sarılmış, o anlattıkça " Ben yanındayım. " Dercesine elini tutmuştu.

Saniyeler, dakikalar hatta saatler geçiyordu ama ne Çağla ne de Ceyhun elini geriye çekmemişti. Günün ilk ışıkları kendini gösterinceye kadar birbirlerine sarılmış ve ellerini hiç bırakmamışlardı. Ceyhun Çağla'nın elini tutarken tıpkı kaçıp gitmesinden korkuyormuş gibi, onu kaybetmekten  korkarcasına sımsıkı tutuyordu. Çağla onun ellerini bir daha bırakmayacağına yemin eder gibi tutuyordu.

Her ikisi de memnundu hâlinden, uyuşmuş olan bedenleri ellerini bırakmaları için yeterli bir sebep değildi.

Bu gece tüm şehir onların aşkının şahidiydi. Yıldızlar şahitti, gökyüzü şahitti. Aşk yüreklerine kurulup kalmıştı öylece. Yeni bir dünya kuruyorlardı kendilerine, yalansız ve acısız. Ama her ikisininde cesareti yoktu aşklarını dile getirmeye, kusursuzca güvenip, kusursuzca seviyorken tek kusurlarıydı, yaşadıkları ağır kayıplardan gelen cesaretsizlikleri. Gün ağarıyordu ve onlar inatla kenetlenmiş ellerini birbirinden ayırmıyordu. Birazdan gün doğacak ve şehir rutin hayatına devam edicekti. Hiç kimse dün gece şahit oldukları aşkı hatırlamayacaktı. Birazdan gün doğacak aşk onlarla gurur duyacaktı.

Çalan kapıyla beraber ikisi de suç işlemiş gibi utanıp aynı anda ellerini geriye çekmişti. Çağla yerinden doğrulup
" Ben kapıya bakayım. " Dedikten sonra ahşap merdivenleri birer birer inmeye başladı.

TÂRUMAR  (DÜZENLENİYOR-KİTAP OLACAK)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin