Bana çok içten geldiği için bu şarkıyı seçtim : Hüseyin Ay-Oy beni vurun vurun...
Çağla'nın jest ve mimiklerinden anladığı kadarıyla onunda haberi yoktu hiçbir şeyden, önce merdivenleri hızla indi ardından sehpada duran anahtarı kaldırıp dışarıya çıktı. Çağla onun bu davranışlarına anlam verememişti, soru sormaya fırsat bulamadan çalan telefonun sesiyle olduğu yerde duraksadı özel numara arıyordu.
" Alo. " Yanıt gelmemişti tekrar konuştu " Oradamısınız? "
Telefonun diğer tarafından gelen hıçkırık sesi arayan kişinin erkek olduğunu doğruluyordu, gelen sesin sahibini tanımaya çalışıyordu ama boğuk geldiğinden tanıyamıyordu.
Hakan telefonu iki eliyle sarmış hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, ondan gittiğinden beridir geçirdiği onsuzluk nöbetleri dünyayı yaşanılmaz bir hale getiriyordu. Çağla'nın sesi ona iyi gelen tek şeydi, işin garip yanı onu ölüme sürükleyen şeyde yine onun sesiydi. Onsuzluğa alışmaya çalışmak benliğine aykırı bir yasa gibiydi.
Başkasına gitmesine izin verdiği için kendinden nefret ediyordu, ellerinde sesini duyurmamak için sımsıkı avuçladığı telefon girdiği titreme nöbeti ile beraber ellerinden kaydı. Bağıra bağıra ağlamaya başladı cesaretsizliğine, şimdi canını ver deseler verirdi sırf onunla birkaç saniye daha geçirebilmek adına, o eşsiz gülüşünü bir kez daha görebilmek adına ama her şey için çok geçti, o kaybetmişti.
Sesin Hakana ait olduğunu fark ettiği anda istemsizce gözlerinden bir kaç damla yaş akıttı, onu sevdiği için değil ona bıraktığı acı içindi bu gözyaşı. Bir zamanlar kendini darma duman edene acıyabilecek kadar çocuk yüreği vardı. Bu dünya için fazla temizdi Çağla.
Mahir'in sesi ile irkildi
" Çağla, Ceyhun seni bekliyordu ama ben geldiğimden dolayı beklemeyeceğini ve hastahaneye gideceğini söyledi. "" Mahir amca siz Deniz ile beraber değilmiydiniz? "
" Beraberdik ama annesinin son günlerini annesiyle yalnız geçirmek istiyordu ve benim burada işlerim vardı bu yüzden geri geldim. "
" Annesinin son günleri derken? " Bir iki nefes alıp verdikten sonra cevabı beklemeden bir yeni soru daha ekledi" Neyi var Zelal abla'nın? "
" Sonradan tanıştığı o adamdan HIV virüsü almış yaklaşık beş yıl önce fark etmişler, ilaçlarını kullanmayı red etmiş ve son günlerini yaşıyormuş."
Mahir'in söylediği her cümle ayrı bir şok yaşamasına sebep oluyordu, tüm bunlar gerçekmiydi? Bu adam nasıl bu kadar soğukkanlı davranabiliyordu? Günler önce hıçkıra hıçkıra ağlayan adamın, bugün eski hayat arkadaşının ölümünden bahsederken sesi bile titremiyordu.
Buna inanmak istemiyordu çünkü Deniz'in tek sığınağı annesiydi, bir an önce Denize ulaşmalı ve onun yanında olmalıydı. Az önce her şeyden habersiz çıktığı kapıdan bu defa ağlayarak içeri girdi. Mahir'in gözlerinde hâla biraz bile olsa hüzün kırıntısı yoktu Çağla ile beraber o da evin kapısından içeri girdi. Çatık kaşları Çağla'yı ağlamamak için ikaz ediyor gibiydi, Zelale olan öfkesi soğukkanlı davranmasına en büyük katkıydı. Ona göre hiç kimse hata yapmamalıydı Zelal hata yapmış ve yaptığı hatanın bedelini ödüyordu.
Ceyhun hastahanenin kapısından içeri girmiş, kasvetli havasının verdiği ağırlık ile adımlarını atmak için direniyordu.
Hani insan bazen ne hissedeceğini ve ne hissetmesi gerektiğini bilmez ya, o da öyleydi işte ne hissetmesi gerektiğini bilmiyordu. Ona huzursuzluk veren garip duygu gözlerinden okunabiliyordu, vücudunun titremesine engel olamıyordu. Bora'nın sesindeki buğu, garip yutkunmaları hayra alamet değildi. Korkuyordu, onu kaybetmek hayatında en çok korktuğu şeylerden biriydi. Önceden umursamazdı oysa, o gelmeden önce hiçbir şeyin önemi yoktu. O gelmiş, her şeyi olmuştu, ilk defa birini bu denli sahiplenmişti. Önüne geldiği kapının sol üst kenarında duran yazıyı okudu : Prof. Dr. Onur Filiz. Danışma'nın gönderdiği oda burasıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TÂRUMAR (DÜZENLENİYOR-KİTAP OLACAK)
Ficción Generalİmkansızların arasından sızıp hayatımıza giren ince bir sızıydı aşk... Uçurum kenarında ki insanların tek sığınağıdır aşk, Her şeyden, herkesten bir kaçış yoludur, Eğer kaybetmişsen, bir kez olsun en afillisinden kaybetmeyi göze aldıysan, hiç düşünm...