bölüm 10

299 30 12
                                    

Saat gecenin üçü müydü bilmiyorum ama bu tek kişilik ceza hücreleri benim ruhumu daraltıyordu. Nefes alamıyordum. Uyumaya çalıştığımda kabuslar görüyordum ve artık çıldıracak seviyeye gelmiştim. Kapım yavaşça açıldığında nihayet kurtulduğumu düşündüm.

"Luhan. Benim, iyi misin diye bakmak istedim."

"Changmin..."

"Bu halin ne ? Üstündeki kan da neyin nesi ?"

"Sorun yok. Sadece burnum kanadı biraz. Beni buradan çıkarabilir misin ?"

"Çıkaramam Luhan... yani buna yetkim yok. Bu alanda olmadığım için. Ama Bay Park ile konuşacağım. Lütfen sen sakin ol ve, fevri hareketler sergileme."

"Tamam... söz veriyorum."

Üstümü düzeltip sıkı bir sarılma verdi,

"Kendini yalnız hissetme olur mu ? Ben buradayım. Kimse sana zarar veremez. Haksız yere bir müdahale yapılıyorsa da engellemeye çalışacağım. Bana güven."

"Teşekkür ederim... çok teşekkür ederim."

***

Suyun derinliklerini boylayan bedenin sesini duyduğumda tüm tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. 

"Yardım et Luhan !"

Joonmyeon'un sesini duyduğumda gemiden aşağı baktım. Çırpınıyordu. Ellerini bana uzatmış benden yardım bekliyordu. Ona kızgın olmam gerektiğini düşündüm uzun süre... ama onu seviyordum ne yapabilirdim ki ? Hiç düşünmeden kendimi atışım belki bu yüzdendi. Onun bedenine sarılıp, yanında olduğumu bilmesini istedim ama kollarımın arasındaki beden benden destek alıp çıktıktan sonra arkasına bile bakmadan uzaklaştı. Gemidekilerin bana acıyan sözler söylediğini hissediyordum ve ben... gittikçe batıyordum. Çırpınmalarım gereksizdi her türlü o tuzlu su bütün genzime dolmuştu. Çoktan ölüyordum. Bu sefer beni çıkaracak bir Jongin yoktu. Bana acıyan bir Joonmyeon yoktu. Ona sahip çıkacak Yifan. Ya da benim için üzülen Baekhyun. Tektim... Sadece ben vardım... ve orada gözlerimi kapadım... Karanlığa doğru ürkek adımlarla ilerledim.

***

"Luhan, uyan !"

"Joonmyeon..."

"Benim Changmin."

Endişeyle başımda durmuş beni izliyordu.

"Konuşabildin mi Changmin ?"

"Bay Park... eğer bu teşhisiyle ilgili bir daha tereddüte düştüğümü belirtirsem beni işimden edeceğini söyledi ama umrumda değil."

"Umrunda olmalı... Bunu senden istememeliydim. Unut bunu. Jongin'i hatırlıyorsun öyle değil mi ? Sadece... Ona yardımcı ol. Beni çıkaracaktır."

Changmin yumruklarını sıktı. Nedenini biliyor gibiydim ama şu an bu düşünebileceğim en son şeydi. Burada... Bu aptal hücrede çürümekten bahsediyorduk. Ben kapalı alan severdim... Ama böylesi beni bile korkutuyordu. Kafamı dinlemek iyi geliyordu kapalı bir alanda tek başımayken. Ama burada öyle bir sessizlik vardı ki... Kafamın içinde önceleri susturduğum sesler tekrar ses veriyordu. Buradayım der gibi. Bazen, ellerimle kulaklarımı kapatıp uyumak istiyordum. Bu sefer de sadece o sesler kalıyordu. Shi Xun'un ölümüne benim neden olduğumu bağıran sözler. Ağlamaktan yorgun düşen bedenim ertesi güne hep daha ağır başlıyordu. Çaresizdim, yardıma muhtaçtım. Üstüne üstlük şu ana kadar hiç kendi ayaklarım üzerinde duramamıştım. Önceleri öyle sanıyordum. İşte bu odada bana bağırılan diğer gerçek buydu ve inanması güçtür ki, bu daha çok acıtıyordu. Kalbime saplanan her bir bıçak, şimdiye kadar yükümü taşıyan insanların nefretleri ile doluydu sanki zira bu bıçakların böylesine keskin; böylesine can yakıcı olmasının imkanı yoktu. Kalbimi ağrıtan her bir bıçak geri saplandığı yerden çıktığında saf nefret akacakmış gibiydi. Bu kadar nefreti kaldıramayan bir kalbim vardı sonuçta. Jongin'in bana olan sözünü tutmamış olduğunu bağıran zayıf bir ses de geride kalmıştı ki inanılmaz bir şeydir, onu susturmuştum. Jongin önünde sonunda buraya gelecekti diye umuyordum. Bana Shi Xun'un fotoğraflarını getirecekti. Sonra kaderlerimiz birleştiği için ellerimi tutacaktı. Kaderlerimiz birleştiği için sıkıca saracaktı beni. Ve yine kaderlerimiz birleştiği için sonsuza kadar benimle olacaktı. Umut dünyasında mıydım ? Yoksa hissettiklerim gerçek miydi en ufak bir fikrim bile yoktu. Sadece umuyordum o kadar.

Ne kadar süre sonraydı bilmiyorum. Bir gün Changmin'in ısrarlarıyla aşağı inip, hava almak amaçlı bahçede kısa bir yürüyüş yaptığım sırada, haklı olduğumu anladım. Jongin elindeki tanıdık kutuyla girişteki kadınla konuşuyordu. Yanında Baekhyun vardı ve gözlerindeki yaşları ta buradan görebiliyordum. Changmin'e Jongin'i işaret ettim ve kulağına kutuyu alıp iyi olduğumu söylemesini istedim. Bu süreç boyunca bahçedeki bankta oturmuş onları izliyordum. Changmin, Jongin ve Baekhyun'un yanına vardığında Jongin'in elindekini aldıktan sonra bir şeyler söyleyip elini onun omzuna koydu. Baekhyun'un ağlamaları daha sesli bir hale gelmişti çok barizdi. Jongin ona doğru döndü, bakışlarını yere ve ondan sonra kapıya doğru çevirdiğinde beni fark etti. Bu iyi bir şey değildi. Çünkü psikiyatrist benim insanlarla konuşmamın tehlikeli olduğunu söyleyip hemşireleri bunun olmaması için tembihlemişti. Jongin yanıma gelmek adına koşarken aklımdan bunlar geçiyordu. Ama içten içe onun bana ulaşıp güvende hissettirmesini istiyordum.

"Luhan!"

"Gelme... Yaklaşma Jongin."

"Luhan seni özledim."

Bunu dedikten sonra yapabileceğim bir şey yoktu. Kollarını bana dolamasına izin vermekten başka. O bana Shi Xun'u hatırlatıyordu ne yalan söyleyeyim. Bakışlarıyla ayrı benziyordu, bana hissettirdikleriyle ayrı benziyordu. Ama en çok da kalbinden bana aktardığı sevgi benziyordu. Benim kalbimdeki tüm bu duyguları yeniden uyandıran da bu benzerlikleriydi ya zaten. Hemşireler bizi ayırmaya çalışırken gözlerini gözlerime dikti.

"Sen buraya ait değilsin Luhan. Seni çıkaracağım. Yeniden olman gereken yerde, benim yanımda olacaksın."

Gülümseyerek kafa salladım. Cevap veremiyordum, çünkü konuşursam bağırarak ağlama olasılığım çok yüksekti. Changmin beni hemşirelerin elinden kurtarıp odama çıkardığında ona söylediğim son sözleri de hıçkırıklarla söylemiştim.

"O gelecek Changmin. Ona yardım et... Beni çıkarmasına yardım et..."

çaresizlik kokuyordu her bir kelimem. Yine ayakta durmak için birilerine tutunuyordum ama ilk defa bundan rahatsızlık duymamıştım. Gerçekten Jongin'e tutunacaksam, bundan rahatsız olmazdım. Jongin'in kaderim oluşu muydu bana böyle hissettiren, yoksa Shi Xun'a benzemesi miydi?

Bütün bu düşünceler bir yana, aklımda hala Joonmyeon vardı. O kadar yaşanmışlığın sonrasında beni nasıl böyle bir şeye sürükleyebilmişti aklım hayalim almıyordu ama sevmeyi de bırakamıyordum. Bilen bilir; sevdiğiniz adam size açık açık seni sevmiyorum da dese onu unutmak aylarınızı hatta belki yıllarınızı alır. Benim yeni yeşeren sevgim de böyleydi. Joonmyeon beni istemese de devam edecekti işte. Üstelik farkına çok kolay varılacak bir etkenim vardı. Shim Changmin. Onun bana karşı duygular beslediği bariz ortadaydı ama görmezden gelmek işime geliyordu. Çünkü bu kadar olayın içinde onun sevgisi beni hayata bağlayacak etkenler arasında son sırada bile yer almıyordu. Chanyeol'ün oyunları, Jongin'i her geçen gün denizin dibine çekmem ve onu kendimle birlikte ölüme sürüklemem, Joonmyeon'dan büyük bir kazık yemem... Bunlar hayatımın yaklaşık yüzde doksan dokuzunu oluşturuyordu zaten. Changmin'in sevgisi o yüzde birlik kısıma gelirse ki muhtemelen o yüzde birlik kısıma kısa zaman sonra Changmin'in sevgisi değil; aşk acısı hükmedecekti. Yani... bu uzun hesaplamalar sonucu onu görmezden geliyordum. Aşk acısı çekmek istemiyordum ne yalan söyleyeyim. Bencillik mi denilirdi artık ne denilirdi. Aşık olmadım demeyeceğim, aşık oldum. Acısı nasıl biliyorum diyemezdim ama işte ve onu yaşamak için de fazla aksiyonlu bir hayatım olduğuna inanıyordum, hala da inanıyorum. Şimdilik sadece... Buradan kurtulmaya bakmam gerekiyordu. Jongin'in beni kurtarmasına ihtiyacım vardı ve sonsuza kadar beklemem gerekse bile kaderimi bekleyecektim.

Sonsuza kadar beklemem gerekirse bile


***

Özel olarak belirtmek isterim ki bu bölüm

Erdem_1907 kardeşime adanmıştır.
Bana verdiği destekler için, attığı votelar için ve tabii ki karizmatikliğini, yakışıklılığını (sarışınlığını sayılır mı bir saniye?) gelip yorumlarda da konuşturduğu için çok teşekkür ederim.

Erdem seviliyorsun ♡♡

OceanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin