Uzun bir yol ve camı buğulu. Yağmur damlaları gözyaşlarıma vururken ben çaresizim. Özlemli fazla özlem dolu. Ama yine de hatırlamayacak kadar güçsüz. Artık bir kaç şey gözümün önünde.Hasta ruhum,güçsüz hafızam ve beyaz önlüğüm. Rahatsız bir yatak belimi yasladığım , gözümde kuruyan gözyaşlarım biraz da kuru dudaklarım çaresizliğime eşlik ederken yaşamak için ölüyordum...
...
Gidişi hayatımın en korkunç zamanlarıydı. Onu kendi ellerimle tanımadığım bir herifin kollarına bırakmıştım. Bira şişeleri evin her yanındaydı. Kucağımda onun ayıcığı vardı. Sakallarım ilk kez bu kadar uzundu. Tam bir aydır,neredeyse tam bir aydır yıkanmamıştım. Ben kokmasam bile ruhum kokuyordu...
Yağmur olmadan 3. ayımı bitiriyordum. Alp'in bana bir aylık sözünden sonra 3. ay fazlaydı. Her geçen gün ölüm kadar ağırdı.Ben ise altından kalkamayacak kadar acizdim. Uğur eve az rastlar olmuştu çünkü onun bile tanımadığı bir adam olmuştum. Bu gece Uğur yine yoktu ve ben yine yalnızdım...
Televizyon ışığı odayı aydınlatırken yüzümün belirli noktalarını tırmalar gibiydi. Çıplak üstümle üşümekten çok uzaktaydım. İçtiğim ve yediğim şeyler midemi alt üst etmişti. Karnımı tutarak kanepenin yanındaki büyük çiçeğin saksısına kustum. Ağzımı elimin tersi ile temizledim ve çalan kapıya doğru kafamı yavaşça çevirdim. Boş ritimle çalan kapıyı bir süre izledim. Yerimden kalkıp kapıya gitmenin ne kadar zor olduğunu düşündüm. Sonra kapının ardında Yağmur'un olabileceğini... Uğur olsaydı çoktan kendi anahtarı ile açıp ağzıma sıçmıştı. Yağmur'un düşüncesi ile ayağa zor bela ve bir heyecanla kalktım. Ayaklandığım anda kapıdaki gürültü bitti. Elimden geldiğince hızlı bir şekilde kapıya ulaştım ve düşünmeden kapıyı açtım.
Tüylerimin diken diken olması havanın yağmurlu ve rüzgarlı olması ile ilgili değildi.Kaskatı kalmıştım resmen. Bir kaç adım sarhoşluğun verdiği sersemlikten sendeledim. Toparlanmaya çalışarak kapıya yaslandım.Mide bulantım kat ve kat artmıştı.
''Beni içeri almayacak mısın?'' diye sordu. Kızıl saçları yağmurun etkisi altında daha parlak görünüyordu. Tekrarladı, ''Beni... içeri almayacak mısın?'' Hiç bir şey yapmadan yaslandığım yerden doğruldum ve boş bakışlarla içeri geçtim. Paytak adımlarımın ardını kapının kapanma sesi örttü. Kendimi dağınık koltuğa atarken Duru sırılsıklam bir şekilde karşımda dikilmiş bana bakıyordu. Kıyafetleri kusursuz vücuduna yapışmıştı. Saçlarından akan damlalar kirli parkeye dökülüyordu. Gözlerinin etrafı simsiyahtı. Bütün makyajı hayellerim gibi dağılmıştı yüzünde. Zorla açık tuttuğum göz kapaklarımın ardından baktım ona. Süzebildiğim kadar süzdüm. Bir süre ikimizde sessiz kaldık. Sonra ben konuşmaya başladım,
''Yağmurlu bir gecedeydi...onun bana gelişi.'' Ne dediğimi anladığını sanıp beni anlamamıştı. Ondan bahsettiğimi düşünerek hafifçe gülümsedi. Katlanamadım, ''Yağmurlu bir gecede...kapımı çalmıştı. Sonrasında ise...''
''...Kalbini.'' Kafamı olumsuz anlamda sallayarak güldüm.
''Çok küçüksün artık.''
''Yine gizemli konuşacaksın anlaşılan. Bak burada,bu halde olmamın bir nedeni va-''
''Duymak istemiyorum.'' Kaşlarını bana anlam veremezmişçesine çattı. Burada olmasına şaşıramayacak kadar yorgun ve boşvermiş hissediyordum.
''Gecenin bir yarısı böyle boktan bir havada, dağılmış bir şekilde yanına geliyorum ve bana verebileceğin tek şey bu mu?'' diye isyan etti sesindeki tınıyı bozmadan.
