Tam karşımda alnını kulaklarını ve ensesini kapatan siyah saçlarıyla, esmer, yuvarlak, siyah gözlü bir çocuk duruyordu. Çok tatlı bir çocuktu. Beynim bu kişiyle ilgili bir anı arayıp onu beynime yerleştiriyor gibiydi. Bir kaç saniye sonra "Meftun" diye fısıldadım. Meftun'du bu. Gözlerini yere dikmiş, yere bakıyordu. Yavaşça göz kapaklarını kaldırdı gözleri kıpkırmızıydı ve karanlıkta çok net bir şekilde parlıyordu. Tek görebildiğim Meftun ve onun kıpkırmızı gözleriydi. Bir anda arkasında bir gölge beliriverdi. Büyük bir gölge arkasında büyüdü. Sarı parlak gözleri olan bir gölgeydi bu. Bir şeyler yapmaya çalıştım ama bedenim kıpırdamıyordu. Korkuyordum. Gölge kollarını açtı ve Meftun'u kollarının arasına alıp yuttu. Bir kaç saniye içinde Meftun'la birlikte yok oldu. Çığlık atmak istiyordum ya da hareket etmek ama yapamıyordum. Ardından imgeler gözükmeye başladı geniş bir alandaydık burası okulun bir kısmı olmalıydı. Etrafta bir katliam vardı. Pencerelerden süpürgeler üstünde cadılar içeri giriyor, öğrencilerin üzerlerinde tiz kahkahalarıyla geziyorlardı. Bazı cadılar öğrencilerin arasında, öğrencilerle savaşıyordu. Her yer kan gölüne dönmüştü. Yerde yatan ölü genç bedenler, ölü cadılar vardı ve hala devam eden bir savaş. Sonra odamdaydım. Odamda bir anda bir kapı belirdi ve bu kapı yavaşça açılmaya başladı. Kapı açıldıkça içeri çok yoğun, çok parlak, saf bir ışık yayılıyordu. Kapı ardına kadar açılınca, kapıdan ağır adımlarla çıkan birinin gölgesi göründü.Işığın yoğunluğu beni kör ettiği için yüzünü göremiyordum.
Sonra biraz daha yaklaştı ve daha fazla yaklaştı ve odanın tam ortasında durdu. Artık yüzünü görebiliyordum ve bu öfkeli yüzün, gözlerinde ne korku vardı ne dehşet. Bu kırmızı gözler bir katilin gözleriydi. Onun bir katil olduğunu yüreğimde hissetmiştim. İç sesim bana haykırıyordu; o bir katil ! diyordu.
Bu bendim. Parlak ışık yüzünden ilk başta gözlerim kamaşmıştı ancak aydınlığa alışan gözlerim şuan net bir şekilde görebiliyordu. Bu bendim.
Ardından alt ve üst dişleri uzadı karşımdaki benin. Kuduz bir köpek gibi.
Ve ulamaya başladı. Ulayabileceği en yüksek ses bu olmalıydı çünkü sağır edici ses yüzünden refleks olarak kulaklarımı kapatmak zorunda kalmıştım ve gittikçe artan ses yüzünden kendimi yere atarak, başımı dizlerimin arasına aldım. Korkuyordum. Uyanmak istiyordum. İleri geri sallanmaya başladım. Kendi kendime bu bir rüya... Bu bir rüya... diye tekrarlayıp duruyordum. İçimde çığlık atma isteği vardı. Kimse sesimi duyamayacaktı biliyordum ama iç güdüm bana çığlık atmamı söylüyordu. Başımı kaldırıp, gözlerimi sımsıkı kapattım ve atabildiğim en kuvvetli insan çığlını attım. Bu sefer işe yaramıştı. Sesim çıkmıştı.
Gözlerimi açmaya cürret ettim.
Mia'ya bakarken buldum kendimi. Kollarıyla sıkıca bedenimi kavramış, bana sarılıyordu. Derin derin nefesler alıyordum. Mia başımı okşuyor, bir şarkı mırıldanıyordu. Sesi deniz kenarındaymışım gibi bir his veriyordu.
-Ne oldu bana? diye sordum. Nefes alış verişlerim normale döndüğünde.
-Kabus mu gördün?
-Evet.
-Artık iyisin, dedi. Hala bana sarılıyordu.
Sarılma faslı bittiğinde kendimi yatağa geri atıp tavanı seyretmeye başladım. Kulaktan dolma bilgilerle olanları düşündüm.
Annem cadı ve babamda bir melezdi. İkisinin destansı bir aşk hikayesi vardı. Cadıları sadece cadılarla eşleştiren meclise, melezlere karşı gelip ne olursa olsun aşklarını yaşamışlardı. Bu aşkın meyvesi de bendim. Cadıların asil kanları ise benim melez kanımla kirlenemezdi. Kirlenen kanım da asla iyiliği doğuramaz ve bu da beni yalnızca her şeyin ve herkesin sonunu getirebilecek karanlık tarafta cadıya çevirirdi.
Üstüne üstlük yanlış tarafta olursam -ki bir vahşiye dönüşeceğim için olmamam onlar için imkansızdı- cadı ırkını kesin yok ederim gözüyle bakıyorlardı. Bu yüzden de yok edilmeliydim. Bir bebek dahi olsam yok edilmeliydim. Bunu görev edinen hiç kimse cadılar cadısı Yüce Cadı görevi üstlenene kadar başaramamıştı.
Her şey Yüce Cadı'nın dahil olmasıyla başlamıştı. Yüce Cadı, bir gece evimize ziyarete gelmiş önce babamı öldürmüştü. Sonra ne olduğu kesin olarak bilinmiyordu. Ben mucizevi bir şekilde hayatta kalmıştım. Yüce Cadı ise hiçliğe hapsedilmişti. Annem ise babama ölümünde dahi yalnız bırakmamıştı.
O günden sonra tüm cadı meclisi beni karşısına almıştı. El kadar bebekten korkuyorlardı. Aile dostlarımız beni kaçırıp, saklamıştı. Ancak bundan sonsuza kadar kaçamazdım. Cadı meclisi illaki peşime düşecekti.
Hem cadı meclisindeki tek kanı bozuk olduğum için hem de Yüce Cadı'larını daha el kadar çocuk olmama rağmen mağlup ettiğim için kin ve nefretle , hem de Yüce Cadı'larını sadece benimle kurtarabilecekleri için hırsla peşime düşeceklerdi.
Ancak bununla da bitmiyordu. Bana olan kinlerinden ve nefretlerinden çok daha fazla ihtiyaçları vardı bana. Benim kanım anahtarıydı her şeyin. Başlangıcın anahtarı da bendim, sonun da. Var etme gücüne de ben sahiptim, yok etme gücüne de. Hayatta benim elimdeydi ölümde...
Cadılar, bana sahip olursa öldürebilirlerdi kan bağımla herkesi. Tüm melezleri, kurtları, vampirleri.
Bir soykırımda yapabilirdim, kahraman da olabilirdim. Bakış açısına göre değişirdi.
Ancak bildiğim bir şey vardı ki; her yol beni ölüme sürükleyecekti. Ölüme sürüklemeyecek bile olsa her yol beni bir katile dönüştürecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MELEZ AKADEMİSİ -DİLHUN'UN EFSANESİ
ChickLitGençtim yani toydum. Başka hiçbir seçeneğim yoktu. Daha doğrusu başka hiçbir seçenek bırakmamışlardı. Kandırılmış mıydım ? Belki de. Yinede günden güne alevleniyordu intikam ateşi. Kim bilir belki de küllere dönüşecektir bu ateş. Fırtına öncesi sess...