Hemen odama çıkıp aceleyle kıyafetlerimi toplayıp çantama tıkıştırmaya başladım. Bunları giyerek okuldan çıkamazdım. Saçımı, makyajımı düzelterek koşar ayak bahçeye çıkıp Meftun'un yanına gittim.
"Sandığımdan daha kısa sürede geldin. Senin kadar hızlı bir kadın görmedim ömrümde." dedi kocaman bir gülümsemeyle. "Bu makyajı bu kadar kısa sürede nasıl yaptın anlamadım."
"Aman ne var ki makyajımda. Biraz fondöten, biraz pudra, biraz allık, biraz bronzer, biraz highligter, biraz far, biraz göz kalemi..."
Lafımı yarıda keserek, güldü. "On saniyede içimi darladın vallahi" diye Türkçe yanıt verdi.
Gözlerimi devirerek ona baktıktan sonra "Ay aman bir şey denmeye de gelmiyor. Neyse onu bunu bırak nasıl kaçacağız biz onu söyle sen" diye yanıt verdim Türkçe.
"Takip et beni." dedi banktan kalkarak. "Bu arada sen bence hep Türkçe konuş, İngilizce aksanın berbat" diye yanıtladı. Türkçe ile.
Okulun giriş kapısına doğru yürüyorduk. "İngilizce aksanım berbat mı ? Senin hiç aksanın yok asıl." dedim. Yine gözlerimi devirdim. "Sahi sen ne zamandır buradasın?"
"Ben çok uzun zamandır İngiltere'deyim. Türkiye'ye gitmeyeli çok uzun zaman oldu. Neler dönüyor bakalım orada ?"
Giriş kapısına varmıştık. "Buradan mı çıkacağız" dedim şaşkınlıkla.
Benim göz devirmemi taklit ederek, aptal mı bu bakışı atıp, dudaklarını bükerek yanıtladı. "Hayır akıllı bıdık. Buradan çıkarsak yakalanırız." dedi sonra bir komutan edasıyla "Sola dön. İleri adım marş!" diyerek sola dönüp, yürümeye başladık. Erkek bloğunun, pencerelerinin girişe baktığı yönde yürüyorduk.
Yolun sonunda, duvarların olduğu yerde, çok sık yapraklı, büyükçe bir ağaç sonra yine sola dönemeç vardı.
"Türkiye de işte nasıl olsun. Sürekli bir olay. Sürekli bir trol. Vallahi çok garip ülkeyiz. Vatanımı daha şimdiden çok özledim.İstanbul boğazını özledim en çok. Bir de çayını."
"5 senedir hiç gitmedim ben. Şimdi o kadar silik ki bende oralar. Nasıl burnumda tüttüğünü bilemezsin."
O sırada ağaca varmıştık. Gövdesi aynı anda en beş kişiyi saklayabilecek genişlikteydi. Yemyeşil yaprakları o kadar sıktı ki ışık bile geçirmiyordu. Yaşlı bir ağaçtı belliydi."
"Vatan sonuçta, özlenmez mi?" derken ağacın önünde durmuştuk. "Neden durduk?" dedim.
Meftun, bileğimden tutarak ağacın arkasına çekiştirdi. Ağaç ile duvar arasında bir kişinin rahatlıkla sığabileceği bir genişlik vardı. Ağacın sık yaprakları, duvara yaslanıyordu.
"Ağaca çıkabilirsin umarım."
"Vay be. Çok yaratıcı" diyerek dalga geçtim.
"Ben sana yardım edeceğim tamam mı? Önce ben çıkacağım sonrada seni yukarı çekeceğim."
Bana hakaret ediliyormuş gibi hissettim. Yardım olmadan bunu yapamayacakmış olduğumu sanması beni rahatsız etmişti. Kendimi beğenmiş bir gülümsemeyle başımla onayladım.
Meftun, önce ağaca tırmandı. Sonrada taş duvarın üzerine atlayıp oturdu.Kollarını bana uzatarak ''Haydi gel'' dedi.
Omuz silkerek ellerimle görünmez bir daire oluşturdum. Daire çizmeyi bıraktığımda önümde pembe bir basamak oluştu. Meftun'un yanına gelinceye kadar basamak oluşturmaya devam ettim.Tepeye ulaşınca bir rampa yapıp kayarak aşağı indim. İndiğimde rampa yok oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MELEZ AKADEMİSİ -DİLHUN'UN EFSANESİ
ChickLitGençtim yani toydum. Başka hiçbir seçeneğim yoktu. Daha doğrusu başka hiçbir seçenek bırakmamışlardı. Kandırılmış mıydım ? Belki de. Yinede günden güne alevleniyordu intikam ateşi. Kim bilir belki de küllere dönüşecektir bu ateş. Fırtına öncesi sess...