Huzur

386 20 12
                                    

...Hatırlatma...

-Ben de seninle gelmek istiyorum.

Ağlamaklı çıkan sesim sona doğru kısılmıştı. Beni bırakıp gitmesi içimi acıtıyordu. Düşüncelerimi bölen ince ve narin bir ses oldu.

-Hayır. Ben seni asla b-bırakmam Adrian. Bırakmayacağım.

...Yeni bölüm...

İşte o an ne yapacağımı bilememiştim. Başımı hızla kaldırıp sesin geldiği yere baktığımda kısık gözlerle bana bakan Marinette'yi gördüm. Şaşkınlıkla ona bakarken gözlerim sonuna kadar açılmış ve ağzımda da hafif bir aralık vardı. Gördüğüm şeye inanamayarak iki elimi yumruk yapıp gözlerimi ovaladım. Bu bir göz yanılsaması falan değildi. Veya halusinasyon da değildi. O yaşıyordu. Benim için... bizim için yaşıyordu. Yüzümde aniden beliren bir gülümsemeyle göz yaşlarım tekrar özgürlüğüne kavuşurken ona sarıldım. Kafamı onun boynuna gömüp derin bir nefes aldım. Yüzümdeki gülümseme silindi ve ağlamaya başladım. Karanlık ve umutsuzluk bu sefer çok yakınımdaydı. Ama Marinette bunu atlatarak benim yanıma geldi ve tekrar girmek üzere olduğum karanlıktan çekip çıkardı.

  İkinci kez kurtarmıştı beni. Katrana bulanmış sahte bir hayata tekrar başlamak istemiyordum. Annemi kaybettikten sonra herkesi soyutlamıştım kendimden. Yere düşmüş küçük çocuk gibiydim. Saf, savunmasız ve yardıma ihtiyacı olan küçük bir çocuk... İşte o zamam anladım dünyanın gercek yüzünü. Herkes anneme benzemiyordu. İnsan bencil bir yaratıktı. Kendi çıkarları için her şeyi yapar, ama kendine faydası olmayan şeyleri de aşağılardı.

Kimsenin beni kaldırıp teselli etmeyeceği bir dünyadaydım. Yine de bekledim... Kimse gelmedi. Bekledim... Bana acır gözlerle baktılar. Bekledim... Yardım etmediler. Ben de kendim kalktım. Ben de onlara yardım etmedim. Önümde yalvaranlar oldu. Acır gözlerle baktım. Yardım istediler. Yüzlerine bakmadım. Ama ne olursa olsun yere düşmüş küçük bir çocuktum. O gün o ormanda da düştüm. Kendimle beraber küçük bir genç kızı da peşinden sürükledim. Kendim kalkmayı öğrenmiş olsam da o kız kalkmadı. Belki de kalkamadı. Yüzüne baktığımda kendimi gördüm. Ağlayan, saf, zayıf ve yardıma muhtaç... Ben ise ona yardım ettim. İlk defa birisini düşündüm. İlk defa ona yardım ettim. O benim her zaman ilkimdi. Ve her zaman ilkim olarak kalacaktı.

Başımda hissettiğim minik eller dağılmış saçlarımı okşuyor ve rahatlamamı sağlıyordu. Günlerdir bu hissi yaşayamamış birisi olarak bulutların üzerinde gibi hissediyordum. Onu kaybetme korkusunu bir kez daha yaşamıştım ve başka bir tanesini da kaldıramayacak durumdaydım. Başımı biraz daha boynuna yaklaştırdım. Göz yaşlarım onun boynuna düşüyor, oradan da omzuna kadar süzülüyordu.

-Beni korkutmak hoşuna mı gidiyor?

Ağlamaklı çıkan sesimi bastırarak alaycı bir hal kazanmasına zorladım. Ama yine de anladığım sesimin titrek çıkmasından kolayca anlaşılabiliyordu. Dudaklarını başıma yerleştirip uzun bir öpücük bıraktıktan sonra konuşmaya başladı.

-Seni korkutmaktan daha çok hoşuma giden şeyler var.

Onun da sesi titrek çıkmıştı. Ama yorgun bir tınısı vardı. Ne kadar acı çektiğini bilmiyordum ama bu onu oldukça yormuşa benziyordu. Ayaklarımı kaldırıp yanına uzandım. Kollarımı beline dolayarak daha çok gümdüm başımı. Naif kokusu bedenimi okşarken yeni bir denize yelken açıyordum. Tenimde hissedemesem de ruhuma işleyen rüzgar düşüncelerimi alıp götürüyordu uzaklara. Ben karşımdaki kadının gözleri deniz gibi mavi olduğu için korsan olan iyi bir adamdım. O sonsuz gözlerle karşımdaki sonsuz okyanusu kıyaslamak için uğraşıyordum. Ama o okyanus, o gözler kadar etkileyici olamıyordu. O gözler beni en derinlere çekip nefesimi keserken, okyanus bana sadece huzur veriyordu.

Ağzımdan küçük bir kıkırtı çıkmıştı. Hüznümü ne kadar belli etmemeye çalışsam da yapamıyordum. Ciğerlerimi onun eşsiz kokusuyla doldurup bir süre içimde tuttum nefesimi. O nefes kanıma karışsın istiyordum. Ünlü bir yazarın elinden düşme bir kağıt parçasıydım. Hatalarım ve pürüzlerim vardı. Üzerime dökülmüş fazladan mürekkep de hayatımın hatalarıydı. Geri alamayacağım veya düzeltemeyeceğim hatalar... Marinette ise gelip beni yerden alan, hatalarımı nazikce silen, pürüzlerimi düzeltendi. Üzerime dökülmüş ve silinmez siyah mürekkebimi de silemese de hafifletendi.

-Ya, öyle mi? Neymiş onlar?

Kıkırtımın ardından keyifle söylemiş olduğum cümleler ardından zarif elleri saçlarımın arasından küçük daireler çizmeye başlamıştı. Her bir hareketi içime işliyordu.

- Gözlerine bakmak beni sık bir ormana sürüklüyor. Ama bu orman öyle ürkütücü ve karanlık olanlardan değil. Senin gözlerindeki orman canlı renklerle kuşatılmış, rengarenk çiçeklerle süslenmiş eşsiz bir yer. Ve ben bu gözlerde her zaman kaybolmaktan çok mutluyum.

Sesi kulaklarıma bir melodi gibi işlerken sözleri ile benliğimi kaybediyordum. Sanki anlattığı ben değilmişim gibiydi. Ben onun anlattığı kadar iyi miydim bilmiyordum ama ben onun mavi gözlerini anlatmaya kelimelerin yeteceğini sanmıyordum.

-Senin gözlerine bakarken sonsuz bir okyanusta tek başıma kalmış küçük bir çocuk gibi hissediyorum. Ne ayaklarım yere değiyor, ne de başım sudan çıkıyor. Mavilikte boğulurken gülümsüyorum. Ciğerlerime nüfûs eden tuzlu su canımı acıtıyor ama seviyorum. Her şeyiyle sevdirmeyi başaran bir maviliğe bakıyorum. Boğulurken bile gülecek kadar seviyorum.

  Güzel kokusuyla ağırlaşan gözlerim uykumun geldiğini isaret ederken ben inatla uyumamak icin direniyordum. Saçlarımın arasında daireler çizen parmaklar iyice mayışmama neden olsa da uyumak istemiyordum. Sanki gözlerimi kapatsam ellerimin arasından kayıp gidecekti. Başımda daireleri çizen el durduğunda kulaklarıma dolan melodi gibi ses bütün dikkatimi o yöne çekmişti. Ama kapanan gözlerim uykumun geldiğini bana haykırırken dikkat kesilip o narin sesin kulaklarıma dolmasına izin verdim.

-Uykun olduğu çok belli. İstersen burada uyu.

-Sen rahatsız olmazsın değil mi?

-Ben, sen olmayınca rahatsız oluyorum Adrian.

Göz kapaklarım işgallerinde başarılı olup gözlerimi açmamı engellerken bu kokuya teslim olup uykunun rahat kollarına bırakıyordum kendimi. İlgi cekici bir karanlığa doğru süzülürken kulaklarıma o etkileyici ve narin ses doldu.

-Özledim...

Yazarın Ağzından

İki genç uykunun esiri olurken odaya dalan Alya hüküm süren sessizliği bozmuştu. Endişeli gözleri bütün odayi tararken yatakta yatan iki gence takildi gözleri. Onlara yüzündeki minik tebessümle bakarken ikinci bir kapı sesiyle odaya Alya gibi dalan Nino' ya karşı Alya işaret parmağını dudaklarının üzerine getirmiş ve susması için ağzından "şşşt" benzeri bir ses çıkmıştı. Nino Alya'ya anlamayan gözlerle bakarken Alya eliyle yatakta uyuyan iki genci isaret etti. Bakışlarını bu sefer o yöne çektiğinde önce saşırsa da rn sonunda Alya'da olduğu gibi yüzünde küçük bir tebessüm oluştu. Yavaş adımlarla Alya'nın yanına gidip elini tuttu sevdiği kadının. Alya'nın elini kaldırıp dudaklarına bastırırken Alya'nın yüzündeki tebessüm kendini belli edecek şekilde büyümüştü. Dudaklarını Alya'nın elinden ayırdığında o da yüzüne yerleştirdiği gülümsemeyle daldı toprak gözlerin derinliğine.

Ay çıktı.
Güneş battı.
Yıldızlar parladı.
Herkes huzurla kaplandı.

Naber gençlik!
Sizin için geldim. Sınavlarım hâlâ bitmedi ama yeni bölüm geldi.

965 kelimelik kısa bir bölümle geldim. Ama kusura bakmayın ancak bu kadar yazabildim.

Hepiniz mutlu kalın. İyi günler...

😊😊😊


Adrianette ( Askıda)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin