Bölüm 37

2.1K 93 15
                                    

Yemeğimizi yedikten sonra sofrayı birlikte kaldırdık ve mutfağı toparladık. Şimdi ise televizyonun karşısında oturuyorduk.

''Güzel bir film yok ki televizyonda.'' Dedi Akın baktığı kanallara tekrar bakarken. Ayağa kalkıp televizyon ünitesinin çekmecesini açtım. Birkaç film arasından güzel olduğunu düşündüğüm bir tarih temalı filmi aldıktan sonra DVD' ye yerleştirdim. Işıkları söndürdükten sonra Akın'ın yanına oturdum.

''Tabi bu da mantıklı bir çözüm.'' dediğinde gülümsedim. Koltuğa yaslanıp filme odaklanmaya çalıştım. Filmi izlerken Akın yanıma yaklaşıp kafasını dizime koyup uzandı. Bense şaşkın bir şekilde ona bakıyordum. Bakışlarımı umursamadan iyice yerleşti sonra ellerimi tutup saçlarına götürdü. Gülümseyip saçlarıyla oynamaya başladım. Filme olan tüm dikkatimi dağıtmış kendi üzerine çekmişti ama bundan şikayetçi olamıyordum. Hangi kız böyle bir hareketten şikayetçi olabilirdi ki?

''Beni değil filmi izleyeceksin. Bak neler neler oldu ama sen kaçırdın.'' Dediğinde güldüm.

''Dikkatimi dağıtmasaydınız beyefendi. Ben şimdi nasıl odaklanayım filme? Hem o kadar çok şey kaçırmışken.'' Dedim sahte bir kızgınlıkla. Gülümseyerek gözlerini televizyondan ayırıp bana çevirdi.

''O zaman birbirimizi izleyelim biz. Boşver filmi.'' Dedi ve saçlarında olan bir elimi çekip kendi eline hapsetti. Bir süre öylece baktı gözlerime. Ne gözlerimizi kaçırabiliyorduk ne de konuşuyorduk. O güzel anlardan birini yaşıyorduk yine. Sadece sevenlere özel olan o güzel anlardan. Sessizliği bozan Akın oldu.

''Seni eve göndermeye çalışıyorum ama acaba sen hiç gitmesen mi? Biz hep böyle birlikte yaşasak? Çok güzel değil mi?''

''Evet çok güzel ama bunun için sence de çok erken değil mi Akın? Biraz hızlı olmuyor mu? Her anımı seninle geçirmek istiyorum ama unutmamamız gereken bir şey var. Daha liseye gidiyoruz ve ikimizin de yanında olması gereken bir ailesi var.'' Dediğimde kaşları çatıldı. Bunu duymak istemiyordu ama gerçek buydu. Artık ailesinin yanına dönmesi gerekiyordu. Bu anı bozduğumun farkındaydım ama artık gerçekten dönmesi gerekiyordu.

''Benim bir ailem yok Özge. '' dedi sinirli bir şekilde. Gözlerimi ayırmadım gözlerinden.

''Akın bir anlamaya çalışsan. Bir şu sinirini kenara koysan, öyle düşünsen olanları. Bak Akın sana sonuna kadar hak veriyorum tamam mı? Senin yerinde ben olsam bu kadarını yapmakla kalmaz daha beterini yaşatırdım aileme. Daha çok kırardım kalplerini. Ama sonra düşününce, kendimi onların yerine koyunca haklı olsam da sinirlensem de onlara bir şans verirdim. Anlamak istemiyorsun ama kendini onların yerine koy.'' Dediğimde sinirini zor tuttuğunu belli ediyordu.

''Anlaşılacak bir durum olsa anlamaya çalışmaz mıyım sanıyorsun? Resmen önce birbirleriyle gönül eğlendirip başkalarıyla evlenmişler. O yetmezmiş gibi birbirlerini sevdiklerini anlayıp evlendikleri kişilerle boşanıp birbirleriyle evlenmişler. Onlar mutlu olacak, istedikleri olacak diye benden bir gerçeği saklamışlar. Arada Mert ve annesinin duyguları, hisleri, düşünceleri hiçbirinin bir önemi yok mu Özge? Bu kadar basit mi? Sen bunun neresini anlıyorsun?'' dediğinde birçok şeyi bilmediğini fark ettim. Bilmediği için anlamıyordu.

''Akın o kadar çok şeyi bilmiyorsun ki? Bilmediklerine göre yargılıyorsun.'' Dediğimde anlamamış gibi bana baktı. Sanırım anlatmamı bekliyordu. Siniri gitmiş yerini merak almıştı. Derin bir nefes aldım. Nereden başlayacağımı düşündüm. En iyisi en başından başlamak diye kararlaştırarak anlatmaya başladım.

''Annen, baban sandığın kişiyle zorla evlenmiş, isteyerek evlenmemiş. Daha doğrusu dedenin zoruyla evlenmiş. O zamanlar dedenin şirketi batmak üzereymiş, deden de birisiyle ortaklık kuracakmış ama ortaklık kuracağı adam dedene güvenmiyormuş. Onu dolandıracağına inanıyormuş o yüzden ortaklık karşılığında anneni kendi oğluyla evlendirmek istemiş. Yani eğer deden o adama ihanet ederse annen de onların ailesinden olacağından kendi kızı zarar görmüş olacak. Deden kabul etmiş bu teklifi. Zaten öz babanı sevmezmiş. Kızını varlıklı ve ortağılya evlendirmek varken neden sevmediği biriyle evlendirsin ki sonuçta.  Annen evlendiğinde öz baban mecburen yurt dışındaymış. Geldiğinde annenin evlendiği görmüş. Annen sırf babana bir şey olmasın, evli olduğu kişi, kendi babası ona bir zarar vermesin diye onu kendinden uzak tutmak için yalan söylemiş. Onu sevmediğini, onunla sadece heves uğruna birlikte olduğunu söylemiş. Babansa annene gerçekten çok kızmış, kendini aldatılmış, ihanete uğramış hissetmiş. Ama anneni hala çok seviyormuş bu yüzden hayatına hiçbir kadını almamış ama senin doğduğunu öğrenince resmen yıkılmış. Annenin evlendiği kişiden çocuk yapması hem de bu kadar çabuk çocuk yapması yüzünden annenin kendisini cidden hiç sevmediğine inanmış. Kendi canı o kadar yanmış ki o da can yakmak istemiş. Tıpkı sana yalan söylenildiğini öğrenince canının yanıp ortadan kaybolman ve onların hatta tek onların değil benim bile canımı yakmak istemen gibi. Sonra baban Mert'in annesini hiç sevmemesine rağmen onunla evlenmiş ama Mert'in annesi zaten biliyormuş bunu. Levent amcanın kendisini sevmediğini zaten biliyormuş, annene aşık olduğunu biliyormuş ama buna rağmen kabul etmiş evlenmeyi. Sonra Mert olmuş. Ama baban bir daha o kadına dokunmamış. Annene kızgın olmasına rağmen annene olan sevgisine ihanet ettiğini düşünüp kendinden nefret etmiş. Mert'i de o yüzden bir türlü sevmemiş. Annenin sevgisine olan ihanetin bir sonucuydu çünkü Mert. Aradan yıllar geçmiş. Annen o zamana kadar çok ezilmiş, kocası senin kendinden olmadığını bildiği için seni sevmemiş, anneni tehdit etmiş zaten kendisi de isteyerek evlenmemiş ki. Sırf ortaklık sonucunda olan bir evlilikmiş. Sonra deden vefat etmiş. Miras annen ve kardeşlerine kalmış. Dedenin vefatından kısa bir süre sonra ortağı vefat etmiş. Onunda mirası annenin evlendiği adama kalmış. Annen ve kocası ortaklığı bozmuş ve boşanmışlar. Artık anneni tehdit eden kimse yokmuş, sana veya sevdiği adama zarar verecek kimse yokmuş. Öz babana senin onun çocuğu olduğunu söylemiş. Çünkü babanın bunu bilmeye hakkı vardı. Her şeyi anlatmış. Babanın zaten mutlu ve düzgün bir evliliği yokmuş hatta eşiyle birlikte bile yaşamıyormuş. Sadece kağıt üzerinde olan bir evlilikmiş. Sırf annenin başkasıyla evli olduğunu kaldıramadığı için boşanmıyormuş ama sevdasını da bir türlü kalbine gömemiyormuş. O yüzden bir süre sonra o da boşanmış ve gerçek ailesiyle birlikte olmak istemiş. Sevdiği kadınla, kendi oğluyla birlikte olmak istemiş. Sana bunları o zaman anlatsalardı onları anlayamazdın Akın. En doğru zamanı beklemişler, onları en iyi anlayabileceğin zamanı. Korkmuşlar. O kadar acıdan sonra tam mutlu olduk derken mutluluklarının yine bozulmasından çok korkmuşlar. Şimdi onlarda perişan. Baban bile anneni affetmiş. Ona yalan söylemesine rağmen, öz çocuğunu yıllardır ondan saklamasına rağmen anneni affetmiş. Akın herkes hata yapabilir. Hatasız kul mu olur? Lütfen bir şans ver onlara. Dön artık eve. Daha ne kadar burada kalacaksın ki? Tamam onları affetme ama en azından eve dön. En azından sana bir şey olacak korkusuyla yaşamasınlar, gözlerinin önünde ol. Yeterince birileri zarar görecek korkusuyla yaşadı annen sence de yazık değil mi kadına? Daha ne kadar acı çekecek? Sen onun her şeyisin. Çocuğusun, canısın. Onu canıyla sınamaya hakkın yok. Bu kadar bencil olamazsın.'' Dediğimde gözlerimden yaş akıyordu. Bunları Akın ortadan kaybolduğu zamanlarda Serpil teyzeden dinlemiştim. Onlara bende hak vermiyordum, kızgındım ama bu kadarı gerçekten fazlaydı. Bir iki gün ortada olmasa neyse ama bir hafta olmuştu ve hiç haber alamamıştık. En azından iyi olduğuna dair haber alsaydık annesi rahatlardı. Akın dizimden kalkıp bana sarıldı.

''Tamam ağlama güzelim. Daha fazla ağlamanı istemiyorum demiştim. Ağlama artık. Lütfen.'' Dediğinde daha sıkı sarıldım ona. Normalde benim onu teselli etmem gerekiyordu, benim ona destek olmam gerekiyordu ama yine o beni teselli ediyordu.

''Ağlatma o zaman. Dön artık. Özledim seni.'' Dedim zor çıkan sesimle. Bir kız bir erkeği en iyi nasıl ikna ederdi? Tabii ki de damardan girerek. Şu an kesinlikle bunu kullanıyordum. En son çarem buydu. En etkili şeyi en sona bırakmam gerekiyordu aslında ama ben daha ilk geldiğim günden kullanmıştım bunu. Belki işe yarardı ve şimdi kalkıp eve dönerdik.

''Yanındayım senin. Nasıl özledin beni? Hala geçmedi mi özlemin?'' diye sordu anlamamış bir şekilde.

''Akın, seni özledim ben. Her zaman ki Akın'ı. Tek düşündüğü şeyin beni sinir etmek olduğu Akın'ı. Her sabah okul için beni evden alan Akın'ı. Her gece iyi geceler diye mesaj atan Akın'ı. Kendi evinde, ailesiyle olan Akın'ı özledim. Biliyorum eskisi gibi olmaz ama olması için bir şans versen ne kaybedersin ki? '' dediğimde geri çekildi. Yüzümü avuçlayıp göz yaşlarımı sildi. Her yenisi geldiğinde bıkmadan yine sildi.

''Düşünmem için zaman ver Özge. Tamam mı? Düşüneceğim. Çıkar yol bulacağım ama lütfen ağlama artık. Sen ağladıkça seni ağlattığım için kendimden nefret ediyorum.'' Dediğinde kafamı salladım ve yine sarıldım. En azından dönmeyi düşünecekti. Bu da bir gelişmeydi. Kesin kararlı olan birini düşünmeye itmekte bir başarıdır.

''Tamam ağlamıyorum ama düşüneceksin. Onları anlamaya çalışacaksın. Söz ver.'' Dedim inatçı bir şekilde.

''Tamam söz.'' Dediğinde gülümsedim ve geri çekildim. Bir süre gözlerine baktım. Ona tamamen inandığımda elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim ve yine gülümsedim.

''Hadi filmi baştan izleyelim.'' Deyip koltuğa yaslandım ve kumandayı alıp filmi yeniden başlattım. Zaten en başından bir şey anlamamıştım. Akın bana şaşkın şaşkın bakarken ona döndüm.

''Neyi bekliyorsun Akın? Hadi yine kafanı dizime koy. Saçlarınla oynamak istiyorum.'' Dediğimde aynı şekilde baktı ve tedirgin bir şekilde önceki yerini aldı. Değişen ruh halime hayret ediyordu. Haklıydı da. Az önce ağlarken, ciddi bir şeyden bahsederken bir dakika sonra gülüp film izlemekten bahsediyordum. Ama işine geldiği için bir şey demeyip uzanmıştı yine dizime. Dediği gibi düşünecekti ve doğru kararı alacaktı. Bundan emindim. O yüzden şimdi daha fazla ağlamamın, daha fazla konuşmamın bir anlamı yoktu. Zaten aklına sokmuştum yanlış yaptığını. Şu anlık yapacak başka hiçbir şey yoktu. Ellerimi saçlarına yerleştirip okşamaya başladım ve dikkatimi bu sefer filme verdim.

Biliyorum bölüm çok kısa oldu ama yapmam gereken bir ton ödev ve çalışmam gereken birçok sınav var arkadaşlar. Hem tek ben değil sizde sınav haftasına girdiniz. Sizde sınavlara çalışsanız da bu haftayı birlikte çalışarak atlattıktan sonra kendimizi yine kitaplara mı versek? :D En azından kafamız rahat bir şekilde okuruz kitaplarımızı. Bölüm kısa olduğu için gerçekten özür dilerim ama üzerimdeki şu öğrenci sorumluluğu yükü kalktıktan sonra uzun bölümlerle geleceğim. Ama lütfen bir süre beni idare edin. Beni anlayacağınızı düşünüyorum ve sizi seviyorum. Bölüm hakkında ( mümkünse kısa olması dışında) yorum bırakmayı unutmayın. 

ÖNEMLİ!!

Ha bu arada size sormam gereken çok önemli bir soru var. Yani bence önemli. Bir önceki bölümde hikaye karakterleriyle ilgili birkaç yorum aldım. Hikaye karakterlerinin fotoğraflarını medyaya koymam istendi. Aslında kitabı ilk yazdığım zamanlarda böyle bir şey yaptım hatta kitap karakterlerini oyuncu olarak da belirledim ama sonra bir şey fark ettim ki karakterler hayal gücümüze göre daha güzel oluyorlar. Yani bence kendi hayal gücümüze kalsa daha güzeller. Kendim kitap okurken de karakterleri hayalimde canlandırmayı daha çok seviyorum ama siz karakterlerin fotoğraflarının olmasını istiyorsanız, bölümlerde medyaya yüklememi istiyorsanız yorum olarak karakterlerin fotoğraflarının olmasını istiyorum/istemiyorum şeklinde belirtin ve oy çokluğuna göre medyaya karakterlerin fotoğraflarını yükleyeyim. Sizin için çok gereksiz bir konu olabilir ama benim aklıma çok takıldı arkadaşlar. Yani öyle çok büyük, önemli bir konu gibi gözükmese de bence hayal gücü önemli o yüzden ben çok önem veriyorum böyle şeylere. Bu ilk kitabım olduğu için başlarda farklı şeyler denedim, hatta yazım yanlışlarım, anlatım bozukluklarım vs. oldu ama kendimi düzeltmeye çalışıyorum. O yüzden her türlü eleştiriye (saygıyı aşmadan) açığım. Sizler benim için önemlisiniz.. :))

İLK AŞKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin