YENİ BÖLÜM İÇİN VOTE SINIRI: 75YORUM SINIRI: 550
❄
18 Ağustos 2019
"Üç dakika yetermiş hayatı anlamlandırmaya... Ve iki kalp arasında, o üç dakikada tökezlermiş zaman... "
Elindeki broşürlere gülümseyerek baktı, genç kız. Daha dağıtması gereken yüzlerce broşür olmasına rağmen mutluydu. Sonuçta kendisi seçmişti bu hayatı. Kendi seçimlerini yaşamak zor da olsa mutlu ediyordu onu. Boynundan hiç çıkarmadığı beyaz kulaklığını kulağına yerleştirdi ve mp3'ünün tuşuna bastı.
Yorulmuştu. Hep çabuk yorulurdu zaten ama gün geçtikçe daha da çabuk yorulur olmuştu. Ayaklarındaki şişlikler yüzünden attığı adımlar canını yakıyor, yine de kendini bir süre daha buna dayanabileceğine inandırıyordu. Müziğin sesini iki tık daha artırdıktan sonra küçük adımlarla ilerlemeye başladı kalabalığın arasında.
İnsanlara en samimi gülümsemesini armağan ederken, bir taraftan da broşürlerden tutuşturuyordu ellerine. Tabii alan herkese ayrı ayrı teşekkür edip iyi günler diledikten sonra saatine bir kez bakmayı da ihmal etmiyordu. Siyah kayışları olan büyük ekranlı saat, onun yanından ayırmadığı ve kulaklığından sonra gelen, en önemli ikinci eşyasıydı. Onlar kendisinin vazgeçilmezleriydi...
Öğleye doğru Ağustos güneşinin sıcaklığı da iyice çekilmez hale gelmişti. Bu sıcakta çalışmak onun için gerçekten zordu. Minik adımlarıyla terden sırılsıklam olmuş bedenini ara sokakların gölgesine sürüklemeye karar verdi. Birazcık nefes almaya ve dinlenmeye ihtiyacı vardı sanki...
Her zaman ince giyinirdi sürekli terlediği için. Bugün de tozpembe, sade bir elbise giymişti. Üzerine de yalnızca kot ceketini almıştı. Beyaz babet ayakkabıları uzun süredir ayakta olduğu için ayaklarını iyiden iyiye rahatsız etmeye başlamıştı. Terden ıslanan kahkülünü eliyle bir kez daha kaldırıp, alnındaki teri sildi. Uzun saçlarının arasından süzülen terler de kendisine: 'Artık dinlenmelisin.' diyordu.
Kabul etmek istemeyip, unutmaya çalışsa da her atışında biraz daha sorun çıkaran kalbinin dinlenmeye ihtiyacı vardı. Doya doya nefes almayalı ne kadar zaman olmuştu? Ne zamandır her saniyesini boğulur gibi çırpınırcasına yaşıyordu? Şimdiye kadar bitirdiği kutuları üst üste koysa, boyunu ona katlayacak olan o haplar artık midesini bulandırıyordu. Yine de onlarsız tek bir gün bile geçiremiyordu. Hastane koridorlarının soğuk ve acı yankısı zihnine dolduğunda, hızlıca yutkundu ve aceleyle kafasını sağa sola sallayıp düşüncelerinin yönünü değiştirdi.
Gölge ve serin olduğu kadar sessiz ve kimsesiz olan sokaklarda ayaklarını yere sürüye sürüye ilerleyen genç kız, kesinlikle dinlediği müziğe ait olmadığına kanaat getirdiği yabancı bir ses duyar gibi oldu. Kulaklığını yavaşça çıkardıktan sonra sokağın sessizliğine dikkat kesildi.
Neydi o ses? Doğru mu duymuştu?
"Orospu çocukları! Beceriksiz piçler! Ah! Kahretsin! Yapabildiğinizin en iyisi bu muydu lan!? İki tane kıytırık morluk mu yani!? Ulan Baray! Aklına sıçayım senin! Bulduğun plana sıçayım!"
Genç bir adamın isyanıydı, kızın dikkatini çeken yabancı ses. Ağır ve çekingen adımlarla köşeyi dönüp sesin geldiği sokağa saptı. Yanılmamıştı. Genç adam devrilmiş bir çöp konteynırının yanında yere çökmüş, söylenmeye devam ederken bir yandan da sigarasını içiyordu. Az önce fena halde kavga etmiş olmalıydı çünkü tıpkı dağılmış olan sokak gibi o da taze kavganın izlerini bedeninde taşıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
30 Şubat (TAMAMLANDI)
General FictionGelmesi imkansız olan bir gün, ölümsüz yapar mı insanı? Ölüm kendisini arzulayanın değil, kendisinden kaçanın peşine düşermiş. Kaçsan kurtulamaz, takılır yine önüne düşermişsin! Takıldı iki insan birbirine: Biri sonsuza düştü, diğeri asla gerçekleşe...