❄
2 Mart 2020
"Ölüm bir son değildir. Bazıları sonsuza gider, sevdiklerinin yüreğinde..."
"Başınız sağ olsun..."
"Dostlar sağ olsun."
Üzgün kalabalık yavaş yavaş dağılırken, iki göz odası olan eski ev de alışık olduğu tenhalığına yeniden kavuşuyordu. Kalabalığıysa; birkaç komşu, bir iki eski dost, yaşlı ev sahibi ve yükü omuzlarının çökmesinden belli genç bir adam oluşturuyordu. Kısa süreli bu emanet kalabalığın üstündeki ağır kasvet, fazla gelmişti minik harabeye. Kalabalık evi terk etse de ondan miras kalan kasvet, bir süre daha terk edemeyecekti burayı.
Kalabalığın aksine bu harabeyi terk etmeye niyeti olmayan tek kişiydi genç adam. Pencere kenarındaki sandalyesinde hareketsizce oturmaya devam ediyordu. Üstündeki kıyafetleri son üç gündür çıkarmadığından iyiden iyiye kirlenmişlerdi. Siyah gömleğinin kırışmayan tek bir yeri kalmamışken, tıpkı genç adam gibi karalar bağlayan siyah pantolonu ise hayalini gömen toprağın gözyaşlarını taşıyordu paçalarında...
Genç adamın günlerdir ağlamaktan gözleri ve dudakları kurumuş, sesi kısılmıştı. Tıpkı omuzları gibi o da son birkaç günde doğru dürüst hiçbir şey yemediği için iyice çökmüştü. Zaten belirgin olan elmacık kemikleri şimdi daha da belirginleşmiş, yeşil gözlerinin altına gölge düşürmüştü.
Genç adam pencereden dışarıyı seyrederken içerideki sesleri duymuyor, belki de duymamak için çabalıyordu. Acısı hala tazeyken, en derinindeyken, onun yokluğuna henüz alışamamışken ve aslında asla alışamayacağını bilirken, bu sesler yeniden ağlamak istemesine sebep oluyordu.
Hatta yeniden ölmek istemesine...
Oysa 'Başınız sağ olsun!' sözlerinin kendisi için söylenmesini ne çok isterdi, bundan sadece birkaç ay önce; ölüm onun tek amacıyken, gözü ondan başka hiçbir şeyi görmez, ölümün tek kurtuluşu olduğunu düşünürken... O zamanlar bu kurtuluşa ulaşmalıydı ve bundan sadece altı yıl önce abisinin ölümüyle birlikte kulağına batan bu kelimeler, olması gerektiği gibi şimdi de kendi arkasından tekrarlanmalıydı. Fakat artık çok geçti... Artık ölümü arzulayamazdı! Söz vermişti. Yapamazdı.
Değişmişti. Değiştirilmişti...
Azraille anlaşma yapması da gerekse, hatta ona kafa tutması da gerekse uzun bir süre daha yaşayacaktı. Canının acısı onu hiç terk etmeyecek olsa da yaşayacaktı! Çünkü... Söz vermişti. Minicik zayıf kalbiyle, kalan tüm gücünü kullanarak son bir dilekte bulunmuştu sevdiceği. Ondan öğrenmişti. Ölen bir kişinin son dileği geri çevrilmezdi. O yüzden sevgilisinin emanetine sahip çıkmak, verdiği sözü tutmak zorundaydı! Üstelik bu söz onun ömrü boyunca tutacağı, ne olursa olsun tutması gerektiği, ilk ve son sözüydü belki de...
Yaşayacaktı ve bunu artık ölümü arzulamayarak yapacaktı...
Yaşlı ev sahibi misafirlerle birlikte evden ayrıldığında genç adamı adının Kerem olduğunu bildiği, yakın arkadaşıyla evde yalnız bırakmıştı. Zamana ihtiyacı vardı. Onu tanıyan herkesin tıpkı kendisi gibi zamana ihtiyacı vardı. Zamanla geçmeyeceğini bilseler de yaşamaya devam etmelilerdi. Hem de gülümseyerek! Bu onun, kendisini tanıyanlardan istediği son arzusuydu...
Ölürken bile kendini değil kalanları düşündüğünü gösteren, son arzusu...
Kerem günlerdir yakın dostunun sinir krizlerini, feryatlarını, kırıp dökmelerini bastırmaya çalışırken onu bir saniye bile yalnız bırakmamıştı. Bazen dayak yemiş, bazen arkadaşını kendine getirmek için suratına sert bir tokat atmış ve bazen de karşısına oturup onunla birlikte saatlerce ağlamıştı. Hayat hiç de adil oynamıyor ve bulduğu her fırsatta bel altından vuruyordu. Düşene kalkması için fırsat vermek bir yana, ardı ardına acımasız tekmeler savuruyordu. İyiler çabuk ölürken, kötüler yaşadığını sanıyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
30 Şubat (TAMAMLANDI)
General FictionGelmesi imkansız olan bir gün, ölümsüz yapar mı insanı? Ölüm kendisini arzulayanın değil, kendisinden kaçanın peşine düşermiş. Kaçsan kurtulamaz, takılır yine önüne düşermişsin! Takıldı iki insan birbirine: Biri sonsuza düştü, diğeri asla gerçekleşe...